23 Aralık’ta Mısır’a gittik. 2 Ocak’ta döndük. Önceleri yılbaşı için Bali’ye gitmek gibi bir fikir vardı. Çekirdek oranın Club Med’inden indirimli fiyat almış. Kara kara düşündük: Şahane olur, peki uzak değil mi?, Uzun gideriz, peki Club Med’de kalmak lüzumsuz olmaz mı?, vs.. derken teklifin fiyatları arttı. Yine düşünmeye başladık: artış oldu ama yine de uygun, eh şahane öyleyse gidelim, uzak değil mi?, ne konuşmuştuk?, bir şey konuşmamıştık, peki oralara kadar gidip tatil köyüne tıkılmak lüzumsuz olmaz mı, ne demiştik, bir şey dememiştik… Biz bu şekil biraz daha kara kara düşünürken fiyatlar bir kere daha arttı, sonra bir kere daha arttı derken Kiki’den ültimatom geldi, ben artık uzaklara gitmek istemiyorum, yakın olsun, hem öyle uzun tatil alamam, 3 Ocak’ta sınavım var. Bali dosyası bu şekilde şimdilik rafa kalktı. Ardından İspanya dedik, Portekiz dedik, hem soğuk olabileceğinden, hem krismas, yılbaşı dönemidir müze vs gibi kültür sanat mekanlarının tatil olabileceğini falan varsaydığımızdan vazgeçtik. Fikir kimden çıktı hatırlamıyorum, kesinlikle ben değilimdir, birileri Mısır dedi, hepimiz üstüne atladık. Senelerce Antik Mısır denince gözlerimiz yuvalarından dışarı fırlamış, Indiana Jones, Mumya, Mısır Prensi, çeşitli Kleopatra’lar, Akrep Kıral, National Treasure filmlerini ağzımız açık seyretmiş, Christian Jacq’ın 5 ciltte anlattığı 2. Ramses’i yutarak okumuştuk. Ya da en azından ben kendi hesabıma böyle yapmıştım. Hemen o an biletleri rezerve ettik. Bir kaç gün içinde de kesinleştirdik, cebe koyduk, oley gidiyoruz dedik.
Asıl panik bundan sonra başladı, önce bir arkadaşıma söyledim, yılbaşında Mısır’a gidiyorum. Soğukkanlılıkla cevap verdi. Mısır Türklere vize vermiyor, şu an kimse gidemiyor. Nasıl olur? Neden? Haberin yok mu? Yoo, ne oldu ki? Ayol sağır sultan duydu, hükümetlerin arası bozuldu, siz Mısır’ı unutun. Nasıl unutalım, dört kişilik bilet almışız. Hemen eve döndüm, tayfaya haber uçurdum ve araştırmaya başladık. İnternette Mısır vizesi üzerine bir ton olumsuz edebiyat var, hiç birinden bahsetmiyorum gugıllamak yeterli, karşılığında bir tane olumlu yorum yok. Kalbimin küt küt atmasına rağmen Mısır Konsolosluğu’nu bulup bilgi almaya çalıştım. Pek ulaşamadım desem yalan olmaz. Sonunda C.İ. bir yerlerden bir form buldu, doldurduk, sonra başka yerlerden Bebek’teki Mısır Konsolosluğu’nun vize kabul saatlerini buldu; 5 gün sadece öğleye kadar, sabah biraz geç açılıyor, 10:00-12:00 arası, 9:30 gibi turcular vize kuyruğunu başlatıyor, işin en iyi kısmıysa aileden bir kişinin gitmesi yetiyor. Bir hafta kadar öteledikten sonra, ee ne olsa bugüne bugün değme prokrastinasyon uzmanıyım, bir cuma sabahı kalktım gittim, saat 7:00’de Bebek’teydim. Zaman geçmek bilmedi. Yukarıdaki bebek koyu fotoğrafını çektim. Çok şahane değil ama blogda panoramik nasıl duruyor merak ettim, elimde böyle bir çokları var da… instagram’a koyamıyorum, iyice minüskül oluyorlar. Burada yer daha bol diye şey etmiştim, kısmetse diğerlerini de sergilerim. Ayrıca bebek koyu göl gibi gözüktüğünden boğazın en hoşuma giden yerlerinden biri… Bebek Otelin barıysa benim için tüm zamanların en nadide mekanı.
Her şeye rağmen zaman geçmez oldu. Bebek kahvenin oralarda dolandım, heyecandan oturamadım. Kuruntulara gelince, ya internetteki bilgiler yanlışsa, ya önce açılırsa, ya izdiham olursa vs… Konsolosluğun önünde hiç bir ibare yoktu, giriş şuradandır, şu saatte açılır vs, bir yazsa… Yukarıdaki bilgilere sahibim ama yazdığım gibi doğruluğundan emin değilim, o yüzden biraz telaş var. En başlıca korkum tur şirketleri önüme geçerlerse yanarım şeklinde. Kuyrukta tek kişi görünmekle birlikte her birinin dosyasının altından en az 20 pasaport çıkar, zaten 2 saat süremiz var, hangi birimize yetecek gibisinden vesveseler… Kendime göre işte buradan içeri alırlar diye saptadığım bahçe kapısının önünden ayrılamadım, gel zaman git zaman önümden Kadir İnanır bile geçti, konsolosluk binasında kene kıpırdamadı. Tek başınayım. Aldı mı beni bir korku daha. Ya gerçekten kimseye vize verilmiyorsa, ya ben boşuna bekliyorsam… derken konsolosluk binasının bitiminden denize uzanan çıkmaz sokakçığa CC çıkartmalı, yeşil plakalı bir araba girdi, biraz öteme park etti. İçindeki konsolosluk görevlisi bir müddet sonra dışarı çıktı. Bahçenin, ferforjeli de denebilir demir kapısından zile basıp içeri girdi. Biraz moralim yükseldi. Sonra bir ikincisi, üçüncüsü derken, vizecilerden de bir kaç kişi gelip benim yarım metre ötemde kuyruk yapmaya başladı, tabii hemen vizecilerin kapısının beklediğim büyük kapının olduğu yerde değil biraz geride, caddeye doğru karmaşık labirentimsi-kulübemsi şeylerin arasında daracık tek kişilik yine demirden bir giriş olduğunu anlayıp hali hazırda bekleyenlerin önlerine kadar yürüyüp durdum, birinci benim, sizden önce geldim, büyük kapıdan bahçeyi seyrediyordum, yoksa girişin burada olduğunu biliyorum hesabına.
Kadir İnanır’ın fotosunu da çaktırmadan çekeceğim diye zoom yapamamıştım, şimdi yaptım devasa bir şey oldu, küçültmeyi de beceremedim, neyse günün önemine istinaden olsun. Şans getirmedi değil, harikulade bir seyahat yaptık.
Kuyruğu oluşturmaya başlayanlara yaklaşınca turcu olduklarını öğrendim, gerçekten de hiç sektirmeden açılış saatinden yarım saat önce geliyorlarmış, sonra tek tük başvurular geldi, sohbet koyulaştı, vizelerin en az 1 ay sonra çıktığını onun da belli olmadığını falan söylediler, hatta bir tanesi bir müşteri için 2 aydır beklediğini belirtti, gerilim biraz daha yükseldi, üstelik pasaportları alıkoyduklarını da ekledi, gerçi bir yere gideceğim yok ama n’olmaz n’olmaz, arkadan iki kişi ya bizim bir hafta içinde gitmemiz lazım diye ağlandı, aşçılarmış, sharm-el sheik’e çalışmaya gidiyorlarmış, biri daha önce epey bir gitmiş, arkadaşı ilk defa gidecekmiş, kocaelinden geliyorlarmış, bir gece önce gelip sabahın köründe damlamışlar, ben de buradaydım sizi görmedim dedim, şuracıkta çay içiyorduk dediler, turcular yine araya girdi siz yandınız pek alamazsınız vize gibisinden, ardından bir sessizlik oldu, sonradan öğrendim tüm bunlar yanlış bilgiymiş, çünkü Çekirdek sürekli seyahat ettiğinden vize alabileceğinin onayı gelene pasaportunu konsolosluğa bırakmadı, başvuruyu Belgrad’dan yapmıştı ama bizde de kuralların değişik olacağını sanmıyorum, neyse turcular bu arada benim formlara bakmaya başladılar, siz 45’i geçmişsiniz boşuna bekliyorsunuz evraklarınızı almazlar demez mi bir tanesi. Nasıl yani? Eh, size vize yok. Ya giremezsek? Kapıda sorun olmaz. Boşuna beklemeyin. Bir kaç dakika yüzüne bakıp durdum adamın, konuşamadım. O ara beynimden geçenler şöyleydi: birinciliği ele geçirmek için söylüyor beni yoldan çıkartacak yerimi kapacak, ben de vizesiz kalacağım, evrakları bugün veremezsem pazartesiye bir aydan kısa zaman kalmış oluyor, risk, tehlike, çanlar, imdat, uçak biletleri, tekrar imdat, ben en iyisi mi bekleyeyim zaten az kalmış, almazlarsa almasınlar en azından yüzüme söylesinler diye içimden geçirerekten, ben yine de bekleyeyim cevabını verdim. Saat geldi hep birlikte içeri girdik. Bankoya bir adam geldi, yerleşti, sonra bana baktı, evrakları, fotoları ve pasaportları uzattım, ha bu arada pasaport parası tl ve tam para götürmek gerekiyormuş, benimki tam para değildi ayrıca tl de değildi neyse ki gerek kalmadı, turcuların bu bilgisi doğru çıktı. Siz siz olun eğer Mısır’a gidecekseniz konsolosluğa varmadan önce bir telefon açıp tüm bu bilgileri öğrenmekte fayda var, sabahın köründe ararsanız hemen cevap veriyorlar, nereden biliyorum, biraz önce ilk personel arabası henüz gelmemişken, boğaz kenarında ayazda ayakta beklerken telefon edip konsolosluğun tatil falan olmadığını ama başvuruların gerçekten saat 10:00’da başladığını öğrenmiştim. Kısaca içeri girmemle dışarı çıkmam bir oldu. Önümde bir sürü zaman, oturup çay içmek, Etiler’e çıkıp sinemaya gitmek ya da bir an evvel Kadıköy’e geçip orada sinemaya gitmek arasında kararsız kalıp bir oraya bir buraya sürüklenirken tam karşıdan karşıya geçecektim ki arkamdan seslenildiğini duydum, sonra ayak sesleri, kargaşa… abla, abla seni yakalayamayacağız diye çok korktuk. Döndüm baktım kuyrukta sohbet ettiğimiz iki aşçı. Yakaladılar. Sana çay ısmarlayalım bize şu formları doldur, bizi geri yolladılar, olmamış, eksik evrak varmış. Hem zaten sabah çayını da içememişsin. Nitekim, oradaki çay bahçesine çömdük, çaylar geldi, o arada bir tanesi pasaportların fotokopilerini çektirmeye gitti, onu da yaptırmamışlar, oturduk doldurduk, dilekçelerini yazdık, çünkü ziyaret sebebini belirten dilekçe gerekiyor. O da eksikti. İşleri halloldu. Bin bir türlü teşekkür edip, aceleylen tekrar konsolosluğa koştular. Umarım vizeyi almışlardır, belki de o ikiliyle aynı anda Sharm’daydık ama bizim kaldığımız otel farklıydı. Bu arada Türk aşçılarına ihtiyaç varmış, özellikle hamur işi yapmayı bilen yokmuş. Kaldığımız her mekanda aşçılara baktım, pek Türk göremedim ama hamurundan, balığına, deniz mahsülüne, etine, tavuğuna, salatasına, baklagillerine, tatlısına çok lezzetli şeyler yedik.
Sonuçta yukarıda, fotodaki ekibin diğer üyelerinin vizeleri birer birer halloldu. Sadece 17-45 yaş arası vize alma zorunluluğu olan grup. Bu asıl bilgi biraz geç geldi ama olsun… Bu arada bizim korkular, tedirginlikler girişi garantilemekle bitmedi. Hareket tarihimizden bir hafta önce Sina yarım adasının oralarda silahlı saldırı oldu. Gerçi ona gelene kadar yılbaşında Mısır’a gidiyoruz dediklerimizin neredeyse tamamı ürkütücü şeyler söyledikten sonra emin misiniz diye sordu, az bir kısmı da doğrudan şu ara oraya gitmenin zamanı değil diyerek kestirip attı, hatta siz Sharm’a giderken Sina üzerinde uçağı düşürürler gibi anlamsız laf edenler bile oldu, anlaşılan bir çok olumsuz yanıtla karşılaştık. Yılmadık. Vazgeçmedik, 23 Aralık akşamı Atatürk Hava Limanında Kiki ve Çekirdek ile buluştuk. Boardingden hemen önce kapının önünde oturuyoruz. Rötar yok. Yolculuk iki saatten az. İlk defa uçakta verilecek yemeği heyecanla beklemiyoruz, garantiye almak için çok erken yola çıktığımızdan havaalanında ne bulduysak yedik, içtik, burger lab’in ekmeksiz burger ile roka salatası şahaneydi. O ara alışveriş bile yaptım. Şu içine paranı, kartını koyabildiğin metal suya dayanıklı, kartların manyetiğinin bozulmasını engelleyen avuç içi cüzdanlar var ya birilerinde görüp duruyordum, işte ondan aldım. Büyük rahatlık oldu. Geçtiğimiz pazar günü elime kolumu sallaya sallaya yürüyüşe çıktım. Yukarıda fotoğrafta saçlarım yağdan pırıl pırıl. Bir gün evvel kuaföre gitmiş olduğum için yıkamadım, yıkamadığım gibi boyadan çıkıp eve gelir gelmez diplerine karışık yağlarımdan (hindistan cevizi, biberiye, peppermint, havuç tohumu) sürdüm, böyle bir kaç gün bekleyince sanki boyanın canlılığı daha uzun kalıyormuş, teller daha az kuruyup çatallanıyormuş geliyor. Tamamen tembellik de olabilir emin değilim. Saçlarımı kurutmamak adına giderek daha az yıkar oldum da… Bazen şampuan da kullanmıyorum, yerine yanardağ kiliyle (kahverengi olan) shikakai tozu karışımı bir şey sürüp bekliyor sonra çalkalıyorum.
Kahire hava alanına indik, bina tam karşımızda ama biz yine de otobüse doluştuk ve iki adım öteye kadar o şekil gittik. Geçen sene Madagaskar’da inip doğrudan yürümüştük. Bu anlattığım olay Luxor hava alanına inişimiz de olabilir sanki. Bir an yersiz bilgi gibi göründü gözüme. Hatta Kahire hava alanındaki mesafe Madagaskar’dakinden daha da kısa. Bu yorum da Luxor ya da Aswan içinmiş gibi duruyor. Çünkü Kahire hava alanı çok büyük. Biz Terminal 3’e inmişiz. Bu bilginin önemi sonradan gelecek, henüz haberimiz yok. Hava ılık. Çok sevindik, çünkü tüm kalınları, paltoları evde bırakıp geldik. Geceleri her ne kadar 9 derece gösteriyorsa da gündüzleri 24-26 arası değiştiğinden yanımıza ciddi yazlık gardrop aldık. Hata olduğunu ileriki günlerde hatta hemen yarın öğreneceğiz. Spoiler.
Mısır’la ilgili karşımıza çıkan ilk reklam, ilk pano. Mısır’ı seçmek akıllıca olmuş, CIB bankasını ise dahice gibi bir şey. Tamam tatil için seçtik ama kalıcı değiliz. Üç beş kuruş para bozdursak, bir atm bulup nakit çeksek, internet kartı alsak ne iyi olur düşüncesindeyiz. Yine de aklım biraz sonra geleceğimiz kapıdan giriş vizesini nasıl halledeceğimizde.
Kiki ile kafasında şapkalarım olan Çekirdek önde biz geride karşımızda bekleyen kalabalığa doğru hafiften ürkütücü olsa da neredeyse koşuyoruz. Birazdan anlayacağız ki öyle Madagaskar’daki gibi tek seçenek yok, orada da vizeyi kapıdan almıştık ama, devletin kendi oradaydı. Pankartlardan anlaşılacağı üzere vizesizleri kapmak adına bir çok kişi bekliyor. Biz onları yarıp geçtik. Önümüze cam vitrinlerinin üzerinde change oranları yazan banka gişeleri çıktı. Bir çok kişi kuyruk oluşturdu, biz önce aval aval baktık, polis kontrolü gibi bir şey aradık, bulamadık, görünürde yok, çevreye biraz daha bakındık, kuyruklar uzamaya başladı, en sonunda C.İ. ile benim de bu gişelerden birinin önüne durmamız gerektiğini anladık. Tam net hatırlamıyorum, zaten iyice akşam olmuş, uyku gelmiş, havaalanlarının ve uçağın gürültüsünden kulaklar patlamış, bir yerlerde bir formlar doldurduk, paralar verdik, euro kabul ediyorlar, daha doğrusu önce kişi başı 25 dolar dedi gişeci, euro diye sordum, 25 euro dedi, orada biraz tereddüt geçirdim, ikisinin arasında dağlar kadar fark var, nasıl aynı fiyat olur diye düşünürken adam elimdeki 50 euroyu kaptı, iki kişilik diye ekledim, ardından pasaportları uzattık, bir de baktım ki bize para üstü uzatıyor, dolar farkı, sonra vize pulunu yapıştırdı pasaportları geri verdi, sonra başka bir yerlerde giriş tamponu basıldı, içeriye biraz kargaşayla karışık olsa da huzurla adım atmış olduk.
Sonra karşımıza işte bu minik yılbaşı ağacı çıktı.
Burası da bavulları almadan, gümrük kapısından geçmeden önceki manzara. Rengarek kadınlara bayıldım. Bavulları beklerken kenarda Orange yazılı bir banko vardı, önünde bir kişi duruyordu, gidip arkasına dikildim. İyi ki de dikilmişim, internet fiyatları gayet uygundu. Yaklaşık 12-15 dolar gibi bir ücrete 8 GB’lık internet numarası aldık, sırasıyla, yalnız bu işi halledecekseniz bavullara gitmeden önce yapınız, çıktığınız kapının hemen sağında bankoları var, işlemler çok uzun, geçe kalmayın, bir türlü havaalanından çıkamayabilirsiniz. Yabancı dil bilgisi sıfıra yakın, anlaşmak oldukça meşakkatli, Mısır’a gitmeyi düşünüyorsanız, işaret ve beden dilinde uzmanlaşmanızı öneriyorum. Orange Fox şahaneydi. Keşke 3-5 kuruş daha fazla verip bir kaç kontür de telefon hakkı alsaymışız arada aramak için lazım oldu, bir şekilde idare ettik ama cimrilik yapmasaymışım iyi olurmuş.
önü
arkası
İnternet paketi şu şekil, görüldüğü gibi Arapçadan başka bir açıklama yok. Ama şuradaki bağlantıda, Orange, daha fazla bilgi var, belki lazım olur, bizim aldığımız paketleri sitenin dükkanında bulamadım, belki havaalanına özel paketlerdendir. Dördümüze birden internet kartı alana kadar, neyse ki bir pasaporta iki numara alınabiliyor, yoksa ilgili satıcının her birini ayrı ayrı kayıt etmesi, fotokopi çekmesi gerektiğinden otele varmamız gece yarısını bulurdu, o arada bavullar geldi, Çekirdek atm buldu para işini halletti, bavullar Kiki ile C.İ.’nin sorumluluğundaydı. 4 kişi olunca işleri paylaşıp erkenden gümrüğü de geçerek can sıkıcı mekanları terkettik. Hemen karşımıza bir taksi bankosu ve binlerce çığlık çığlığa taksi öneren adam çıktı. O bankodan biriyle sıkı pazarlık sonucu bizi El Tahrir meydanındaki Hotel Steigenberger’e götürmesi için 200 mısır pounduna anlaştık, lisan yüzünden iletişim pek iyi olmasa da rakamları ve paraları iyi bilir halleri vardı. Anlaştığımız kişi bavulları aldı birlikte terminalden dışarı çıktık, epey bir yürüdükten sonra otoparkta bekleyen arabalardan birine yanaştı, şöförle konuştu, bavulları bagaja koydular, biz içeri yerleştik, kapıları kapattılar, yola çıktık. Yolculuk gayet iyiydi, araba korkunç eskiydi, şöför inanılmaz derecede kötü ve kurallara uymaz kullanıyordu, Kiki’nin yüreği ağzına geldi. Hızlı ve bir öndeki arabanın dibine girmenin ötesinde Kahire’de kimse şeridinin içinde gitmiyor, en revaçta olanı şeridi ortalayarak üzerinde gitmek. Hadi diyeceğiz bunlar böyle gitmeye alışkın bir şey olmaz ama görünen köy kılavuz istemez trafikte bir tane bile çarpılmamış araba yok. Her birinin ya çamurluğu, ya kapısı, ya başka bir yeri yamulmuş, göçmüş, darbe, çizik almış. Şöför inanılmaz neşeli, bize sorular soruyor, biz soruları anlamıyoruz, o cevapları anlamıyor ama yine de iletişim tam gaz devam ediyor. Nereden geliyorsunuz, bu ilk soruydu. Türküz deyince, yavaş yavaş Hasan Şaş, dedi ve kahkahayı patlattı. 10 gün boyunca bu tekerlemeyi en az 15-20 defa daha dinledik, dahası neredeyse her tanıştığımız Mısırlı’nın ağzında aynı cümle var. Bizim ülkeye mi özel yoksa her ülke için ayrı bir espri mi patlatıyorlar orasını pek anlamadım. Şöför ardından sohbeti tamamen C.İ.’ye çevirdi, biz de arkada birbirimize tutunarak fazla sarsılmamaya çalıştık. C.İ.’nin yaptığı abuk esprilere çok güldü hatta bir ara krize girdi, you are so jokie bile dedi. Yaklaşık yarım saat içinde bizi otele bıraktı, bavulları indirdi, el sıkıştı, iş paraya gelince 200 poundu beğenmedi, 20 dolar istedi, dolar yok deyince 350 pound dedi. Biz 200 pounda anlaşmıştık gibi bir şeyler söylemeye çalıştık, kesinlikle kabul etmedi ve o andan itibaren peşimizi bırakmadı, birilerini aradı, gitti, yine geldi, telefonda konuştuğu büyük ihtimal ilk başta pazarlık yaptığımız adamdı, C.İ.’yi onunla görüştürmeye çalıştı, C.İ. görüşmek istemedi, bana ne ya dedi vs… en sonunda bir yarım saat kadar hatta daha bile fazla bu şekilde gidip gelip oyalanıp, sinirlenip söylendikten sonra, çünkü Çekirdek ve Kiki otele kayıt yaptırmış anahtarları almıştı bile, güvenliğe bizim bu adamla işimiz bitti alma içeriye gibisinden bir şeyler söyleyip kendisinden kurtulabildik. Taksicinin hakkını yemek istemem aşırı ısrarları sonucu C.İ.’yi pes ettirerek ki oldukça zordur, telefonda ilk adamla görüştürmeyi başardı, ama bu görüşme pek belirleyici olmadı, paranın geri kalanını alamadı. Daha sonraki havaalanına gidişlerimiz ve dönüşlerimizde Kahire’de çok süper işlediğini duyduğumuz Uber kullandık. Çok memnun kaldık. Aynı yol için üstelik 80 pound ödedik, 20 pound da bahşiş bıraktık. Uberiniz yoksa bile uygulamasını indirin, Kahire’de her yere gönül rahatlığıyla, ucuz ve pazarlık derdi olmaksızın gidip geliniyor. İster kredi kartından düşsünler, ister nakit işaretleyin. Ben kredi kartı işaretlemiştim sorun olmuş, tabii telefon numarasını değiştirdiğimden, sadece WhatsApp kullanabiliyordum, aradılar ya da mesaj gönderdilerse de haberim olmadı, son gün tekrar çağıracak oldum baktım bir türlü çağıramıyorum, işte o zaman fark ettim, havaalanına gitmek için otelden taksi çağırdık 200 pound ödedik ama en azından son model mercedes ve düzgün kullanan bir şöförle seviyeli bir yolculuk yaptık, bu arada Uber’in şöförüyle Mısır içindeki turlarımızı organize eden Memphis Tours’un şöförleri de gayet iyiydi. Olan Uber şöförüne oldu, parasını ancak istanbul’a dönünce hesabına gönderebildim. Umarım fazla kızmamıştır.
Anlatacağım şunun şurasında bir akşamcık ama henüz bitmedi. Otel odası buz gibiydi, klimayı kapattık ancak ısınabildik, klima sıcağa ayarlanmamış. Zaten baştan söyleyeyim, Mısır’da acayip üşüdüm. Aralık ayında gidiliyorsa ortalama derecelere aldırmayın. Güneşe ve metronun bildirdiği 19 dereceye rağmen, evet bizim olduğumuz hafta aniden dereceler düştü, eğer rüzgar varsa 5 derecelik bir hissiyat yaratıyor. Havası çok kuru, kuru olduğundan mı üşütüyor nedir anlayamadım, halbuki tam tersini bilirdim. Geri döndüğümde İstanbul’un taşını toprağını öpecek durumdaydım. Mısır’ı beğenmedim sanılmasın, geri dönmenin yollarını arıyorum. 10 gün kesinlikle yetersiz. Ekonomik açıdan fakir olabilir ama kesinlikle kültür zengini, hatta zengini ne demek mülti trilyoneri. Yine de elimizden geleni yaptık.
Bugünlük bu kadar. Acıktım. Yoruldum.
SaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSaveSave
SaveSave
SaveSave