>

Haziran ayı müsamere ayı. Çoluk çocuk herkesçe bilinen bir şey oldu bu. O kadar ki… çocuğu olmayanlar, ununu eleyip eleği duvara asmış olanlar bile bir şekilde, abla, teyze, hala, amca, dede, nine, yakın arkadaş, arkadaşın arkadaşı statüsünden yararlanarak bu aydan nasibini alır oldu.
Herkesin müsameresi olur da bizimkinin olmaz mı? Geçen senelerde de biraz bahsetmiştim Festival Day adı altında. Bu sene okul aile birliğinde değilim. Dolayısıyla büfe, satış, vs işlerinde yer almadım. Yine de karınca kararınca bir katkımız oldu. İspanyol büfesine Gaspacho ve Tortilla de patatas yaptık. Gaspacho soğuk domates çorbasına Tortilla de patatas’da soğanlı patatesli omlete denk geliyor. Kolay işi. Biz bunları yemekten bile saymayız ya neyse. Öyle en az yarım gününü mutfakta geçirmezsen, en makbulü bir gün evvelden başlamaktır, yemek yemek olmaz. Diyeceğim bu sene görevli olmadığımdan tüm şovları seyrettim. Çocuklar ortaokul lise çağına gelince gösteriler müsamere olmaktan çıkıp şov niteliğini kazanıyorlar. En azından bizimkinin okulunda böyle.
En iyi gösteri yine her zamanki gibi tiyatro ekibinin yaptığıydı. Geçen sene muhteşem bir Keşanlı Ali Destanı sahneye koymuşlardı. Bu sene sıra Moliere’in Bilgiç Kadınlar’ındaydı. Bir kere oyun adından da anlaşılacağı üzere çok komik. İkincisi sahneye koyuş, kostümler, saçlar, müzik, her şey mükemmeldi. Keşke elimde fotograf olabilseydi. Oyuncular Rock Opera yapar görünümündeydiler. Ve tüm sahne değişmelerinde, sahnedeki oyuncular dondular. En yüksek dereceden, iç kaynatan bir rock müziğin ezgileri duyuldu. Ve bu ezgilerle birlikte donan oyuncular hareketlenerek kesik kesik yaptıkları danslarla sahne dibindeki yerlerine geçtiler. Müzik kesildiğinde dansları da bitmişti. Bu bir ekip çalışmasıydı. İyi yönetilmişti. Roller, işlevler dengeli dağıtılmıuştı. Bir oyuncu diğerinin silinmesi pahasına ön plana çıkmıyordu.   
Bir de başka gruplarca yapılan dans gösterileri vardı. Yönetilmesine onlar da yönetilmişti ama kişilikler üzerinde pek çalışılmamıştı. Ya da belki özellikle çalışılmıştı. Anlatmaya geçmeden önce ekip ruhu diye bir şeyi benim aklım pek almıyor. Ekip ruhunun sömürücü toplumlarda bilerek ve istenerek ön plana çıkarıldığını da düşünmüyor değilim. Örnek arılar ve karıncalar. Yapılan herşey ana kraliçe için değil midir? Varsa yoksa ana kraliçenin istekleri, arzuları, gereksinimleri değil midir? Zavallı bir arı ya da karınca sadece çalışır ve çalışır. Birini diğerinden ayırmanın imkanı yoktur. Arı Maya gerçek olmaz ve olamaz. Hadi diyelim oldu, o Arı Maya’yı yaşatmazlar ki. Nerde kaldı, maceraları olacak ve biz de seyredeceğiz.
Bir kere, ekip ruhu doğaya aykırı. Göbek bağın kesildiği anda tek başınasındır. Tek başına yaşar ve tek başına ölürsün. Bu durumda öncelikle kendini düşünmen de en doğal tepki. Bencillik doğal. Gene kaydım. Şimdi gelelim dans gösterisine. Aynı anda hareket edilecek, aynı anda zıplanacak vs… Senkronize yapılan hareketlerin etkiyi güçlendirdiği doğru. Her biri başka bir dans etseydi sonuç farklı olurdu. Ama bazı danslarda benim dikkatimi çeken bazı çocuklar oldu. Kendi hareketlerine odaklanmak yerine diğerlerine bakmaktan yeterince iyi dans edemediler. Yeterince iyi derken kendi kapasitelerini gösteremediler diyorum. Yoksa birini diğerine kıyaslamak değil amacım. Olamaz da. Tabii durum böyle olunca, dans ederken sadece müziğin ritmini takip eden, kendini kaybetmiş, etrafla ilgilenmeyen dansçılara göz kaydı. Arka sırada bile dans etseler, ister istemez seyircinin gözünde ön plandaydılar. Şunu düşündüm, bu çocuklardan bazıları neden bu kadar ekip ruhuna önem veriyorlardı? Ve neden bunu kimse görmemişti. Sonuçta bir hareketin başlangıcını ve sonucunu bildiren müziğin ritmiydi ve başkalarına bakmaya gerek yoktu. Ayrıca iki türden bakış gördüm: Birincisi kendinden emin olmadığından diğerlerini takip etme amacıyla yapılandı, ikincisiyse kendinden emin olup diğerlerinin yapıp yapmadığını kontrol eden yapmıyorsa bir göz kırpışıyla uyarıda bulunan bakışlardı.
Bu sabah aklıma Tanju Çolak geldi. Avrupa Gol Şampiyonu olduğunda tüm takım, tüm taraftarları ve hatta tüm Türkiye bayram yapmıştı. Tanju Çolak’ın performansının iyi olduğuna şüphe yok ancak o sene maçta tüm oyuncular topu onun ayağına göndermek için canla başla çalıştılar. Bugün akılda kalansa sadece Tanju Çolak’ın ismi. Diğer oyuncular ancak torunlarına şöyle diyebilirler: “Biliyormusun Tanju’nun Tanju olmasına katkıda bulunanlardan biri de bendim.” Bunu işiten torun da gider, gururla en yakın arkadaşına biliyor musun benim büyük babam zamanında ayağına gelen topları Tanju’ya pas etmiş. Arkadaşından gelen cevapsa git işine olur.
Bir gazetenin İnsan Kaynakları eki geçti geçen gün elime. Şöyle bir baktım. Ne olur ne olmaz. Takipte olmakta fayda var. Ekip Ruhuna sahip… Takım oyuncusu, vs gibi kelimelerin geçtiği tüm ilanlarda asistan ve yardımcı aradıklarını gördüm. Sorumluluk devredilecek ilanlardaysa başka sıfatlar, kelimeler geçiyordu. Ekip kelimesi varsa o da ekip yönetebilecek niteliklere sahip olarak belirtiliyordu. Bir anda kafama dank etti. Ya ekip üyesi olursun ya da ekip başı. Ekip üyeliğinden, ekip başlığına getirilmiş kişileri nadiren gördüm. Gelmişse de o ekip üyeliği danışıklı döğüşüklü bir ekip üyeliğidir. Hiç mi başınıza gelmedi yükselme beklerken, benim hakkım derken tepenize başka birini indirdikleri? Bahaneler de hazırdır. Sen daha olmadın. Git biraz daha kendini geliştir bakiim.
Kıssadan hisse herkes kendini kurtarsın. Ekip ruhu falan yok. Yalan, uydurmaca bunlar. Ekip ruhu yazan ilanlardan da bucak bucak kaçın. Bu şöyle demek; sen ekip olacaksın benim dediklerimi uygulayacaksın.
Devam edecek…