>
Kertenkele gibi güneşe yatıp uzanmak yerine şemsiye altına saklanıp ızdırap içinde kitap okumaya çalışan birini görürseniz eğer işte o benim. Madem denizi güneşi sevmiyorsun neden deniz kenarındasın o zaman şeklinde bir soru akla gelebilir tabii. İnanın bilmiyorum. Tatil muhakkak ve muhakkak deniz kenarında olur, yoksa olmaz. Dinlenilmez. Diye biliyorum. Yoksa yanılıyor muyum? Bu sözler her hücreme öyle bir kazılmış ki söküp atamıyorum. Geçen sene İstanbul’da kalmayı denedim. Prensip olarak daha mutlu bir tatil geçirdiğim aşikar. Daha dinlendim. Kendimi dinledim. Yine de yarım kalmışlık duygusu oldukça baskındı. Bu sene aksine bir kararla yeniden İstanbul’dan uzaktayım.

Neyse şimdi bu telefonun hakkını yemeyelim. Eve geldiğimde farkettim ki FM radyosu varmış. Hemen Power FM’e baktım, mükemmel çekiyor. Bahsetmiş miydim bilmem ama ben bu Power FM’e gayetle takıkım. Sadece ve sadece arabada dinleyebiliyorum. O da yine sadece ve sadece İstanbul içinde olmak koşuluyla. Ne evdeki radyo, ne de satın aldığım binlerce walkman tipi seyyar radyo, hiç biri çekmiyor. En son satıcının binbir yeminle valla çeker abla, bu Sony bu, her şeyi çeker alimallah demesine rağmen, iki günde beynimin içi cızırtı dolduğundan rüyalarımda bile cızırtı görmeye başladığımı hiç unutmam. Yani diyorum ki en azından o çok istediğim radyoya kavuştum. Benim eski kırmızı paramparçaydı, ancak lastikle ve seloteyple tek parça halinde tutabiliyordum ama öyle güzel çalardı ki… ah, ah. Çalgısına kurban olduğumun telefonu, arkandan yas bile tutamadım, gömüp atamadım, pamuk prensesin cam fanusuna koyup çalışma masama yerleştireceğim.
Her şeye rağmen bu dandirikten cep telefonunun ikinci en güzel olayıysa, bu sabah beni saat 6.30’da uyandırmış olması. Tabii şu çalgı meselesi yüzünden biraz sinir bozukluğu içinde uyandım ama bir iki sayfa bir okuyunca geçip gidiverdi. Tatil, tatil neden sabahın altı buçuğunda ayağa dikildim? İkinci değişmez denklemlerden biri de, bu tatilde erken yatılmaz, erken kalkılmaz sendromu. Tatili düşündükçe nasıl perişan olurum anlatamam. Kış çıkıp da baharı yarıladık mı tatil geliyor titreşimleri var ya işte bu saydığım bir takım sabit belirlemelerden dolayı beni depresyona sokar. Ancak Eylül ayı gelip de kendi ritmime döndüm mü, rahatlar, dinlenirim ben.
Neysem bu sefer bir arpa boyu daha yol almış olduğumdan (hani kitap okuyorum ya, her bir kitapta, bazen bir kaç kitapta bir, bir arpa boyu yol alıyorum ya) başka bir düşünce boyutuna geçiverdim. Dün akşam kendi kendime dedim ki Kuşadasındayım tamam, ama neden İstanbul’daki alışkanlıklarıma devam etmeyeyim ki? Sabahları küp gibi uyuyorum sekizlere kadar, ondan sonra da bütün gün saklanacak delik arıyorum. Dolayısıyla bugün şu anda, şu saatte, aynı İstanbul’daki gibi tek başına olup yazıp çizmenin zevkini tadıyorum. Öyle özlemişim ki, kalemim düştü. Belki yarın sabah 6’da kalkarım. Hem bu saatte hava gri ve puslu oluyor bu dağların eteğinde. Her zaman demişimdir zaten Londra tam bana göre bir şehir. Hayattayken gidemedim bari ölünce küllerimi Thames nehrinden savursunlar. Aslında İrlanda’yı tercih ederim. Kararsız kaldım. Yarım yarım paylaştırmak en iyisi galiba. Yok yok … yine de yarıdan biraz fazlası, sakın dörtte üçe kaçmasın, İrlanda’ya, dörtte bir Londra’ya, geri kalanlarda İngiltere’nin başka yerlerine dağıtılsın.
>Aman yahu çok şükür, sonunda bloguna kavuştum:)) Senin blog Kuşadası'nda çekiyor galiba, hiç parazit yok, Power FM gibi:)) Tatil modundan ben de nefret ederim, en iyisi plajda cankurtaran olmak. Hem tatili çalışarak geçirirsin hem de deniz-güneş-kum ritüelini yerine getirirsin:))Sevgiyle kal.(bu arada ne okuduğunu merak ettim)
>:)) Leylak Dalı,Hiç sorma! Yan sitenin internet şifresini arakladım. Onlar farkedene kadar yayındayım:)Şu an Salman Ruhdie'nin Gece Yarısı Çocuklarını okuyorum. İlle de roman onu çoktan bitirdi yazılarını bile yazdı ama ben ancak işte:(
>Ben bu telefonu biliyorum. Kardeşimde vardı. O zamanlar telefonlarda böyle kameralar ve flaşlı fotoğraf makineleri, mp3 çalarlar filan yoktu ve cep telefonunda fm radyo olması bana çok cazip gelmişti. Hatta bu modelde miydi bir sonraki aldığında mıydı bir de el feneri özelliği olması lazım ki çok pratik. Sinirlenmeyi çok tatlı anlatıyorsun Kunegond. Sana kucak dolusu sevgiler.PS: Bir de senin postu okuduktan sonra gece tam uykuya dalacakken aklıma geldi: bir daha olur da cep telefonun suya düşerse (laptopuna bir kova su dökülürse de geçerli) ilk iş bataryayı yerinden çıkar ve elektronik aleti olduğu gibi kurumaya bırak bir hafta filan. O zaman sıfır hasarla kurtulma ihtimali var ama hızlı davranmak lazım. Birisi anlatırken ben kulak misafiri olmuştum.