Etiketler

, , , , , , , ,

İstanbul Bienal’ini gidip görmek daima büyük keyif ama bir o kadar da yorucu. Kapıdan içeri bir kere adımını attın mı, hem bedensel hem de zihinsel pestil durumuna gelmeden çıkamıyorsun. Bir çeşit voodoo etkisi.

Bienal’in bu seneki küratölerleri, türkçesiyle bu etkinliği yöneten ve düzenleyenler Jens Hoffmann ile Adriano Pedrosa.

Fotoğraf ntvmsnbc.com sitesinden alınmıştır.

Göreve başladıklarında zihinlerinde hali hazırda bir takım fikirler mevcutmuş. Ancak bu sene, ilk defa olarak, 2010 yılı Kasım ayında, Bilgi Üniversitesi’nde İstanbul’u Hatırlamak isimli bir konferans bağlamında 12. Bienal üzerine fikir ve plan geliştirmişler. Bu konferansta bugüne kadar düzenlenen 11 Bienal enine boyuna incelenip tartışılmış. İşin güzeli, bu konferans notları, Bienal’in gri el kitapçığının yanı sıra İstanbul’u Hatırlamak başlığı ile kırmızı kitapçık olarak satışta. Hepsi bir arada, hap misali yutmalık. Bu arada, bir çoğuna da gitmemiş olduğumu anladım.

Hoffman ve Pedrosa işte bu konferans sonucunda, biz en iyisi mi sanatla siyaset arasındaki zengin ilişkiyi araştıralım, hem biçimsel olarak yenilikçi bir sergi olsun, hem de siyasi anlamda sözünü esirgemeyen yapıtlara odaklanalım demişler. Ayrıca, İstanbul’un tarihi, yapısı, oluşumu, simgesel anlamı, bugünü, nüfusu ile de oldukça yakın alakalı.

Oldukça başarılı bir Bienal. Yalnız, modern sanat olduğundan ve çoğu eserdeki simgesel anlamlar bol olduğundan sergiyi rehberli gezmekte fayda var.

Türk Dil Kurumu’nun tanımına göre;

Sanat:

1. Bir duygu, tasarı, güzellik vb.nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık.
2. Belli bir uygarlığın veya topluluğun anlayış ve zevk ölçülerine uygun olarak yaratılmış anlatım.

Siyaset:

1. Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış. 2. Yurt yönetimi

Dolayısıyla her ikisi de birbiri içine geçmiş kavramlar. Zaten siyasetin içine geçmediği bir kavram ve/veya cisim ve/veya varlık var mı?

Geriye şu soru kalmış: Peki Bienal’in çıkış noktası ne olacak?

Fotoğraf http://www.queerculturalcenter.org sitesinden alınmıştır.

Küba asıllı Amerika’lı Sanatçı Felix Gonzales-Torres’in devlet yönetimini eleştiren sanat yapıtlarından beş tanesi bu sorunun cevabını vermiş. Bienal’in “İsimsiz” ismine gelince, o da, aynı şekilde bu sanatçıdan esinlenilmiş. Torres yapıtlarının isimsiz kalması gerektiği fikrini savunmuş hep:

Çünkü  anlam daima zaman ve mekanda değişkendir.

Ve her birini İsimsiz olarak adlandırmış, yanlarına parantez içinde bir tanımlama yapmış. İstanbul 12. Bienali için seçilen bu yapıtlar sergide yok. Rehberimiz bize anlattı. İnternetten bulabildiğim kadarıyla burada belgeleştirmeye çalıştım. Beni en çok etkileyenlerden bir tanesiyle başlıyorum.

1- İsimsiz (Ross)

"Untitled" (Portrait of Ross in L.A.)

Torres’in sevgilisi Ross, Aids’e yakalandığını öğrendiğinde 79,4 kiloymuş. Torres, Ross’un ölümünden sonra anısına  bu kiloya eşit miktarda bonbon şekerini sergi alanının bir köşesine yığmış. Sergiyi gezenler alıp tadına baktıkça, Ross’un etinden bir parça eksilmiş. Ross ziyaretçilerinin bedeninde yaşamaya başlamış. Akıllara hemen kilisede ayin sonrası İsa’nın etini temsilen dağıtılan ekmek gelir. Bu, o zamanın Amerika’sında homoseksüllere karşı alınan çirkin ve sert tavırlara karşı da bir çeşit baş kaldırma. Protesto. İnce bir alay. Torres, bu bonbon şeker yığınının eksilen kısmını her sabah 79,4 kiloya tamamlamış. Başka bir anlamsa, Ross’un Aids tarafından gün be gün ne şekilde kemirildiğini simgeliyor.

Sorgulanan, homoseksüel aşk, ilişki, aile, kimlik, arzu, cinsellik ve kayıp temaları doğrultusunda siyaset ve birey ilişkisi.

2- İsimsiz (Pasaport)

Fotoğraf http://www.artealdia.com sitesinden alınmıştır.

Torres’in pasaportları fırtınalı bir gökyüzünde süzülen bir kuş imgesiyle bezenmiş. Anlatmak istediği aslında bir kimlik sorunundan çok varoluşun sorgulanması. İnsanlığın ve evrenselliğin temsili. Pasaport bir zamanlar özgürlük ve fırsatı simgelerken günümüzde, özellikle de 11 eylül olaylarından sonra, iyice belirgin bir şekilde kısıtlama ve ayrımcılığı simgeleyen bir nesneye dönüşmüş durumda. İşte Bienal’de, bu varoluşun ulus devlet bağlamında siyaset tarafından ne şekilde ele alındığı çeşitli sanatçıların özgün yorumlarıyla işlenmiş.

Sorgulanan, siyaset ve bireysel özgürlük, kimlik, ulusal kimlik ilişkileri

3- İsimsiz (Tarih)

Fotoğraf http://www.artealdia.com sitesinden alınmıştır.

Torres’in İsimsiz olarak adlandırdığı, ancak yanına parantez içinde belirtme yapmadığı kronolojik eserlerden bir tanesi. Tarihte olagelmiş bir takım önemli, dünyayı meşgul etmiş olayları ironik bir sıralamayla dizmiş Torres. Bugünleri  hatırlamayanlar/bilmeyenler için sergi pek anlamlı gelmeyeceğinden rehberimiz pek değinmese de, zaman kısıtlamasından, görüldüğü gibi kısıtlamalar her yerde karşımıza çıkmaya devam ediyor ve ilelebet edecektir, ben burada bir nokta yapayım dedim. Bu bölümün amacı, ziyaretçileri tarihin ne şekilde yazıldığı, tarihin yazdıkları ve yazılı tarihin alternatif okumaları üzerine düşündürmek.

Haydin düşünelim o zaman.

Patty Hearst 1975-

San Francisco’lu medya patronu William Hearst’ün torunu Patty, sol gerilla örgütü, Simbiyonez Özgürlük Ordusu tarafından kaçırılarak rehin alınır. Ve daha sonra bu örgütün içinde kendi de bir gerillaya dönüşerek onların davasına katılır. Öyle ki, bir soygununda görüntülenir. Kaçırıldıktan yaklaşık 1 sene sonra diğer örgüt üyeleriyle birlikte yakalanır. Mahkeme sırasında Patty’nin kaçırıldıktan sonra gözleri bağlı bir hücreye atılıp fiziksel ve cinsel tacize uğradığı, ayrıca örgüt tarafından sistemli bir şekilde beyin yıkaması gerçekleştirildiği ortaya çıkar. Şimdilerde sözü bol bol geçen, 11 yaşında küçük bir kız çocuğuyken kaçırılarak, 18 senelik bir tutsaklıktan sonra 2009 yılında, esaret altında doğurmuş olduğu iki kız çocuğu ile birlikte özgürlüğüne kavuşan Jaycee Lee Dugard’ın kendi yazdığı kitabı piyasaya çıktığında yeniden gündeme gelen, Stockholm ya da daha bilinen adıyla İsveç Sendromu Patty’nin durumunda da mevcut.

Rehinenin, kendisini rehin alan kişiye duygusal anlamda bağlanması olarak özetlenebilecek psikolojik durumu anlatan bir terim. Adını Stockholm’de gerçekleşen bir olaydan alır.

Patty’nin kaçırılma olayı bireysel tarih ve toplumların tarihinin ne şekilde geliştiği, paralellik gösterdiği açısından da önemli. Yansımaları Bienal’de açıkça görülüyordu. Sözünü sakınmadan kısmı her bölüm için olduğu gibi tarih için de geçerli.

Jaws 1975-

Belki de belirtmeye gerek yok, Steven Spielberg’in hasılat rekoru kıran gerilim filmi. Melville’in Beyaz Balina’sı kadar ünlü.

Vietnam 1975-

ABD başkanı Ford’un Güney’i savunmak üzere Kongre’den yardım ve para talebinin reddedilmesini ve dolayısıyla Saygon’un düşüşünü, savaşın bitimini, Kuzey ve Güney’in bir araya gelişini simgeler.

Watergate 1973-

Bugüne kadar duyduğum en medyatik skandallardan biridir. On yaşımdan sakladığım, gelişmelerini bugünün dizi film heyecanıyla ailecek beklediğimiz tek siyasi anıdır. Watergate aslında bir bina . Büyük bir iş merkezi, bizim plaza tabir ettiklerimizden ama boyuna değil enine gelişmiş. Olay orada patlak verdiği için bu isimle anılır. Bu binada yer alan Demokratik Parti’nin genel merkezinde bir gece bir kaç genç hırsızlıktan yakalanır. Yıl 1972. Washington Post’un 2 muhabirinin olayı araştırmasının ardından 1973 Haziranında Cumhuriyetçi Parti’den başkan olan Nixon’ın,  Demokratik parti genel merkezinin telefon konuşmalarını dinlettiği ortaya çıkar. Bantlar da elindedir. Başta vermek istemez. Ancak olay 1974’te Nixon’ın istifasına kadar gider. Tabii biz bu dönemde böyle bantları, dinleme olaylarını artık kanıksadık. Ama o zamanlar gerçekten neredeyse yüzyılın siyasi olayıydı. Bir zamanki skandalların tadı yok artık.

Bruce Lee 1973-

Bu seneler, olay açısından oldukça verimli geçmiş anlaşılan. Çin kökenli Amerikalı efsanevi dövüş sanatçısının şaibeli ölümü. Uzun süre medyaları meşgul etti. Tüm dünyayı üzüntüye boğdu. Ölüm sebebine dair bir sürü iddialarda bulunuldu, ama hiç biri bir sonuca bağlanamadı. Asıl, oğlu da bir film çekimi sırasında karnından vurularak genç yaşta ölünce trajedi ve komplo teorileri ikiye katlandı.

Münich 1972-

Yaz Olimpiyatları sırasında İsrailli 11 atletin Filistinli teröristler tarafından Alman topraklarında kaçırılmaları ve 21 saat içinde katliamı. Konu hakkında detaylı bilgi için 2 film var. Biri Münih’te 21 saat. 1976’da TV için yapılmış. Benim seyrettiğim ve aklımdan çıkmayan. Diğeri daha yakın tarihli. 2005’te Steven Spielberg yapımı Münih. Bunu seyretmedim.

Waterbeds 1971-

Müstehcen ve pop türü bir çeşni katan tarihi tarih. San Francisco’da modern su yataklarının icat edilip piyasaya sürüldüğü tarih. Watergate ile tınısı açısından oldukça manalı.

Jackie 1968-

Yaptığı evliliklerle ve sürdürdüğü hayatıyla meşhur olan Jacqeline Lee Bouvier’nin, Kennedy’den sonra Yunan armatörü Onasis ile evlendiği tarihi simgeler.

Bu tarihler ve simgelediği olaylar arasındaki ilişkileri bulmak, manalandırmak, çerçevesinde Bienal’deki eserleri yorumlamak kişisel bilgi/bilinç düzeyi doğrultusunda değişken ve fakat bilgi/bilinç düzeyi ne olursa olsun görsel yaratıcılık şöleni tartışmasız mükemmel, çağdaş/modern. Çok katmanlı bakış açılarına elverişli.

Sorgulanan siyaset ve tarih ilişkisi.

4- İsimsiz (Ateşli Silahla Ölüm)

Fotoğraf http://www.artealdia.com sitesinden alınmıştır.

1-7 mayıs 1989 tarihleri arasında ABD’de silahla öldürülmüş tüm kişilerin kimlik bilgilerinin bulunduğu, üst üste konmuş büyük sayfalardan oluşan sarsıcı bir yapıt. Tam tamına 460 kişiyi isim, yaş, yaşadıkları şehir ve eyaletlerine göre listeliyor. Çalışmada ayrıca ölüm koşullarına da kısaca değinilmiş ve bir de fotoğrafları eklenmiş. Torres, bu fotoğrafları 17 temmuz 1989 tarihli Times’da, “7 ölümcül gün” adıyla yayınlanan makaleden almış. Makaledeki diğer bir bilgiyse 2 hane başına 1 silah düştüğünü belirten istatistik. Bu 1 hafta içinde meydana gelen ölümlerden bir kısmı rastgele olsa da, büyük bir kısmı planlıymış: kurbanlar ya kendilerini vurmuşlar ya da tanıdıkları birileri tarafından öldürülmüşler.

Felix Gonzalez-Torres. "Untitled" (Death by Gun). 1990

Fotoğraf http://www.moma.org sitesinden alınmıştır.

Sorgulanan siyaset ile silah, katil ve kurban üçgeni.

5- İsimsiz (Soyutlama)

Fotoğraf http://www.artealdia.com sitesinden alınmıştır.

Bienal’in bu bölümüne köken esin oluşturan Torres’in eseri, gerçekte İsimsiz (Kan Tahlili – Sürekli Düşüş) adını taşıyor. Torres 1996 yılında, sevgilisi Ross’un yakalandığı Aids hastalığından hayatını kaybetmiş. Tahlillerini ilk eline aldığında kırmızı alyuvarların yokluğuna şaşmış. Bir damla bile kan yok, ilk yorumu olmuş. Grafikleri hatırlatan kafesler ve aşağı düşen doğrularla medikal tahlil raporlarının soğuk ve insani olmayan ruhsuzluğuna da gönderme var.

Sorgulanan siyaset ve Beden ilişkisi.

Bienal’in diğer ilginç bir kısmıysa mimarisinin değişik olmasıydı. Bu 5 ana tema üzerinden karma işlerin sergilendiği büyük salonlar dışındaki Torres’in eserlerine bir şekilde gönderme yapan diğer bireysel çalışmalar, irili ufaklı farklı odacıklarda yer alıyordu. Öyle ki ziyaretçinin birinden diğerine geçerken kaybolması, feleğini şaşırması için özellikle labirent tarzında yapılmış. Şaka yapmıyorum, gayetle ciddiyim. Bu başarılı mimarinin, başarılı diyorum çünkü bu oyunu bile bile kaç defa kayboldum, en az beşer kere aynı salonlardan geçtim,  mes’ulü yani sorumlusu Japon mimar Ryue Nishizawa.

Fotoğraf www.designboom.com sitesinden alınmıştır.

Ryue Nishizawa, 1995’ten bu yana birlikte çalıştığı mimar arkadaşı Kazuyo Sejima ile, şu yukarıdaki ilginç bina da dahil olmak üzere, bir çok sanat-fayda eserine imza atmış. Tarzını görmek açısından faydalı oldu. Bina Almanya, Essen’deki bir tasarım okulu.

Fotoğraf www.designboom.com sitesinden alınmıştır.

ARKASI YARIN