• 101 Kitap Projesi Liste
  • Sibel Kaçamak

Kunegond'un Penceresinden

~ Çalışma arzusu gelince oturup geçmesini bekliyorum.

Kunegond'un Penceresinden

Monthly Archives: Haziran 2013

Pazar Tavsiyesi: Sine Ergün’den Bazen Hayat

30 Pazar Haz 2013

Posted by Qunegond in Günlük, kitaplar üzerine, okuduklarım

≈ 5 Yorum

Etiketler

2013 Sait Faik öykü ödülü, anatole france, öykü kitapları, Bazen Hayat, evrensel, kelebek, pazar günü ne yapılır, Pazar günü okuma tavsiyeleri, sait faik, Sine Ergün, zadie smith

IMG_7693

Düne niyet, bugüne kısmet bu öykü kitabı son zamanlarda okuduklarımın içinde en tatlı olanlarından bir tanesi. Ele alınca bitirmeden bırakılamayan cinsten. Epi topu 92 sayfa. Sine Ergün böylesi bir mekana 28 harika öykü sığdırmayı başarmış ender minimalist öykücülerden biri.

Adını ve kitabı ilk olarak Kasım ayında Tüyap Kitap Fuarında Yekta Kopan’dan işittim. Şiddetle tavsiye ettiklerinden biriydi. Hatta not defterime ilk alınacaklar olarak kaydetmişim. Daha sonra geçen ayki kitap okuma grubumuzda bir arkadaşım, hani geçen gün Beyoğlu’nda buluştuğum, Murat Gülsoy’un atölyede tavsiye ettiğini söyleyerek ayın kitabı olarak önerdi. Bu arada itiraf edeyim geçen dönem karmaşık ve yoğun günler  geçirdiğimden atölyeye ve yazmaya ara verdim. Umarım baharda (son) daha dinlenmiş olarak yeniden başlarım. Ardından da ekledi, 2013 Sait Faik Ödülü aldı. O gün ayın kitabı, hatta kitapları çünkü ancak 2 ay sonra toplanabilecektik, başkalarını seçtik; Zadie Smith-Güzelliğe Dair ve Anatole France-Thais. Neyse Perşembe günü sohbet arasında yeniden lafı geçince dönüş yolunda Mephisto’ya uğrayıp aldık. Cuma sabahı okudum. 

Öykülere gelince günlük sıradan durumlardan oluşup biraz da çarpıcı evrensel ve/veya içinde bulunduğumuz topluma ait gerçeklerden bahseden zamansız, mekansız anlatılar, hatta gözlemler demek yerinde olur. Her ne kadar birinci tekil şahıstan yazılmış olsalar da… Zamansız ve mekansız çünkü her birine bu coğrafyada rastlanabileceği gibi başka coğrafyalarda da rastlanabilir, bugün olmuş olabileceği gibi dün olmuş ya da gelecekte olacak olabilir. İçlerinden bir tanesi bana belirli bir zamanı hatırlattı. Kelebek Mevsimi;

Her yer kelebek, dedi, bu mevsimde. Bu mevsimde kelebek olmaz, çok yağmur yağdı, ondan zağar. Pencereyi açık bırakmaya gelmiyor, doluşuyorlar. Hayır mı şer mi bilemedim. Hayırdır, niçin şer olsun, dedi. Bilmem, çivisi çıktı dünyanın, yutkundu, çay kaşığını boş bardağın içine bıraktı, bardağı parmağının ucuyla itti, yutkundu yine, Oralarda aç kalma, dedi, Kalmam. Paran var mı? Var. Gitmesen olmaz mı? Olmaz. Eh, iyi sen bilirsin. Bizden mi sıkıldın, bak kızmaca gücenmece yok. Yok, sıkılmadım. E nedir? Apar topar geldin, apar topar gidiyorsun.

[…]

Hatırlıyorum 3-4 sene önceydi, İstanbul’u irili ufaklı kahverengi güve kelebekleri basmıştı. Gerçekten de pencere açmaya gelmiyordu. Daha sonrasında mutfaklar, mutfaklardaki erzaklar kurtlandı. Hatta bu kurtlanma macerasını burada da paylaşmıştım. İşte bu satırları okurken ister istemez birlikte ortak bir şeyler yaşamış olmanın değişik bir duygusuyla gülümsedim. Acaba sonrasında onun mutfağı da kurtlanmış mıydı? Gerçi çoğu öyküyü gülümseyerek, keyifle okudum. Bazen Ölüm’de içim gitti. Sinek çarpıcıydı. Beni yine aldı bir anda gençlik yıllarıma, oturup ders çalıştığım anlara taşıdı. Ama asıl önemlisi Ergün’ün samimi dilinden, konuşma çizgileri kullanmadan gerçek hayatta aktığı gibi bilinç sesiyle karışık yazışından hoşlandım. Klasik biçimsel kalıplar içine sıkışıp kalmadan da bir şeyler anlatılabileceğinin kanıtı.

Son bir alıntı, Sinek öyküsü; gerisi için kitabı alın, okuyun.

8 TL.

Neredeyse 1 tost 1 ayran parası ama çok daha fazla doyurucu.

Kitap ayracıyla sineği şarap bardağından çıkarıyorum. Ne diyeyim, kendi hatası. Tepemde vızıldayıp kafamı dağıtıyor olsa da bir yoldaşlığımız var.

Hava almaya başlayınca hareketleniyor, kanat çırpıyor ya, uçamıyor. Devinimi de dengesiz, şarap çarpmış olacak.

Boyuna debeleniyor, izliyorum. Öldürsem daha mı iyi, diye düşünüyorum, yaşamaktan memnuniyetsiz gibi.

Uzunca zaman geçiyor, uçamıyor bir türlü. İşimi bıraktım, dikkatim onda. Sonunda kitapla üstüne sertçe vuruyorum, neredeyse tahta masanın içine karışıyor, kanatları iki yana açılmış. İyi mi yaptım öldürmekle, ikilemdeyim. Vicdanım ne diyor?

Vicdanla iyilik kötülük olmaz, diye düşünüyorum. Nasıl bildim ölmek istediğini, ben öldürmek istedim belli ki.

Bunu derecelendir:

Bu Bir Gözlem, Bir Deneme

29 Cumartesi Haz 2013

Posted by Qunegond in denemeler, Günlük

≈ 2 Yorum

Etiketler

alakasız alakaya yol açar mı?, beden dersi olmalı mıdır?, benzer, bu sabah, etiketsiz yaşanmaz, genetik, prensipler, sıfatın batsın dedikleri bu mu?, sınır nedir nasıl çizilir

IMG_6500

Dünya üzerindeki ülke sınırlarından hiç hoşlanmayan, dahası onaylamayan biri olarak bugünkü yaşama yabancılaşmamak elde mi?

Coğrafi sınırlar tabii ki olmalı ama bu sınırlara istinaden yapılan toplumsal birlik ve beraberlikler ve bunların getirdiği koruma faaliyetleri korkutuyor. Savaşlar, çatışmalar, fikir ayrılıkları bana göre değil. Belki de tüm bunların altında yatan Terazi burcu olmak, bilemiyorum. Herkesin her şeyde hem fikir olmasını da beklemiyorum, zaten genetik olarak imkanı yok. Her bireyin farklı dna yapısı varken, her birimiz benzersiz bir yaratıkken, bir kişinin parmak izi bir diğerinde olmazken, o benzersiz yapının beyninden neden benzer düşünceler çıksın, neden? İşte buna, örneğin, bir anlam veremiyorum.

Etrafıma baktığımdaysa bu potansiyel çokluk yerine tam tersini görüyorum. Epi topu bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda düşünce var ve tüm dünya nüfusu, diyelim 7 milyar, bunların peşinde gidiyoruz. Gitmediğimiz zamansa böyle yabancılaşıyoruz. Ya kabul edersin ya da bu diyardan gidersin misali…

Sınırcılık üzerine kurulu birliklere destek vermek başka şey, oturduğun yerin çevre düzenine destek vermek başka.

Neyse asıl aklıma takılan şu; biz dünya halkı olarak nasıl olur da insanın üzerine çıkan bu ülkelerden kurtuluruz? Öncelikle bunu istemek lazım tabii. Kimse savaşlarda çoluğunun çocuğunun ölmesini istemezken nasıl olur da bayrağa sarılır? Hayat çelişkilerden ibaret, tutturmuşuz bir, çelişki olmasa hayat da olmazdı. Çok da emin olmadığım şeyler bunlar. Bu sabah düşüne düşüne, aslında her daim yapıyorum bu işi de bu sefer yazıya dökesim geldi, her şeyin altında yatanın paylaşım olduğunu ve paylaşımın da doğuştan itibaren öğrenilmesi gereken bir şey olduğunu, biz insanların bunu böyle kabul ettiğimizi fark ettim. Peki bu paylaşımın tanımı ne olmalı? Adalet diye bir faktör de var ki tüm formülleri bozuyor. Aslında formül bozan elle tutulamayan, gözle görülemeyen kavramlar. Aşk ve gurur da bunlardan değil mi? Hem kurgu okumayız, gerçek değil ki kurgu deriz, hem de kurgusal değerlerin peşinde gerçekmişçesine koşarız. Böyle bir deneme yazayım dedim ama işin içinden çıkamayacağımı şimdiden adım gibi biliyorum. Başladık bir kere…

Sonra kaba taslak bir gözlem sonucu kentlinin daha az paylaştığını kırsal kesiminse tam tersine bu konuda çok daha ileride olduğunu fark ettim. Kırsal kesim evini, yatağını açarken kentliler, nedense büyük küçük fark etmez, zorda kalanlara sığınacak apartman, mağaza kapısını bile zor açtı. Karda kışta kediler, köpekler, sokaklarda yaşayanlar girmesin diye kilit üstüne kilit vuran bu kentli tatil için gittiği kırsal kesimde kapısını kilitlemeyen hanelere gıpta eder, ama eve dönüşünde kendi kapısını bir üst model çelik olanıyla değiştirir. Bunun da nedenleri var tabii, hiç bir şey öyle göründüğü kadar basit değil, ama hiç bir şey de aslında karmaşıklaştırılmak istendiği kadar çıkmazda değil. Özüne bakarsan koskoca bir dünya var elimizde paylaşılacak. Ama uzayı bile parselleyemeyecek haldeyiz o başka.

Bir zamanlar Fransa’da bol belgesel seyrederdim. Alaska, Kanada’nın bazı bölgeleri gibi soğuk, sosyal hayatı olmayan ya da soğuk olması şart değil, dünyanın kuş uçmaz kervan geçmez yerlerine ailesiyle yerleşmiş insanları anlatanlarına şaşardım. Günlük yaşamlarına baktığında her gün birbirinin aynıdır, evler son teknolojiyle donatılmış her türlü ihtiyacın giderilmesi mümkün, o derece yani. Çocuklar öğrenimlerini internet üzerinden yapar, geçim internet üzerinden sağlanır, alt kat spor salonu, ayda bir kere havadan geçen bir kargo uçağı ya da helikopterdi çok hatırlamıyorum, bizim dünyadan bir şeyler sipariş eden aileye yiyecek, giyecek, kitap, sanat, teknoloji vs… paketlerini paraşütle fırlatır. Bu nasıl bir yaşam yahu! Neden böyle uzaklaşır bu insanlar derdim. Anlayamazdım. Bugün anlıyorum. Hayatına kendi eliyle son verenleri anladığım gibi. Çoğunluğa uymadığın sürece hep bir kenarda itilip kakılacağını, azınlıkların sadece çoğunluk olduğunda ya da gücü ele geçirdiğinde dinleneceğini ve onların da sıraları geldiğinde başka azınlıkları yine kendilerinin de dinlenmediği günlerdeki gibi dinlemeyeceklerini de çok net anladığım gibi.

Ve gelin görün ki bu duruma bir çözüm göremiyorum. Belki belki diyorum, kırsal ve kentsel yaşamın kabataslak özelliklerine bakarak erken yaşta başlayan bir paylaşımla olabilir. Kırsal alanda paylaşım mecburi… Kardeşini, ebeveynini, ekmeğini, lapanı, tırmığını, traktörünü, oyuncaklarını, karını (bu biraz zor tabii, pek bahsedilmeyen taraf, bizde ortaya çıktığında toplumsal imajı çizdirmemek için cinayet sebebi olabiliyor), kocanı, öğretmenini daha ne bileyim bir sürü şeyini paylaşıyorsun. En azından algıladığım bu. Kent başka bir dünya. Silgini bile paylaşmamayı öğreniyorsun. Aman bir silgi parçası kaybolmasın diyerek, boyuna iple mi bağlanmıyor, üzerlerine isim mi yazılmıyor, okul sorumlularının başı mı ekşitilmiyor her hafta bir silgi alınıyor yeter artık diyerek… Alt tarafı bir silgi yahu. Canlar kayboluyor sokaklarda!

Silgi neden aklıma geldi, geçen senelerde kırtasiyeden çok beğenerek aldığım kocaman, bu sıfat pek tanımlayamadı, el sabunu büyüklüğünde bir silgim vardı. Nedendir bilinmez büyüdükçe silgi kullanmaz olursun, benimki de bir çekmece içinde durup hatırlanmayı bekliyordu. Bir kaç gün önce bir şeyleri silmek istedim. İçimde severek aldığım silgime kavuşacak olmanın yarattığı garip bir heyecanla çekmeceyi açtım, durduğu yerden aldım, kağıdımın başına döndüm. Hevesle sürtmeye başladım. Fakat elimde bir ölüm katılığı, silgi silmez olmuş. Biraz daha sürttüm. Hani uzun süre kullanılmayan tükenmezi açmak için önce beyaz karalarız ya sonrası kendiliğinden gelir. İşte öyle olacak silgim hayata dönecek zannettim. Ne gezer! Canlandıramadım. Mecbur silmek yerine üzerini çizdim. Bir müddet sonra zaten kendi kendini yok edecek lastik parçası neden bu kadar önemlidir? Mesele silgi değil prensip, değil mi?

Diyeceğim şu ki kentli paylaşmayı bilmez. Çocuğunu paylaşmaz, çocuğu paylaşsın istemez, çocuğuna seçim hakkı da tanımaz, her şeye o karar verir, her şey kontrolü altında olmalıdır, paylaşım ona acımasızlık gelir. Bu yüzdendir ki kentli çocuğu paylaşmamayı öğrenene, beynine iyice kazıyana kadar, yani ilkokul seviyesine, en iyi durumda 3 yaş ana okulu seviyesidir, evde bakılır. Kentli kardeşler için eve her şeyden üçer, beşer alınır. Aman üzülmesinler, aman kendilerini mahrum hissetmesinler, aman sorun çıkmasın. Burada asıl mesele sorun çıkmasıdır. Nedense sorun korkutucudur. Matematik problemi değil ki çözülsün! Bir formülü yok ki… Halbuki aynı matematik problemleri gibi gerçekte ortada sorun falan yoktur, sorun çeşitli varsayımlarla yaratılır. Bu apayrı bir konu zaten. Dolayısıyla, kreş yabancı bir kelimedir. Türkçe’de karşılığı yoktur. Halbuki bir sürü kadın bu ihtiyacı derinden hisseder, toplumsal olarak büyük kadınlar ve büyük erkekler tarafından susmaya mahkum edilir. Zaten en iyisi ev kucağı, ana kucağı değil midir? Buna da tamam diyelim. Paylaşıma niyeti olan bir toplum böyle durumlarda parkları, bahçeleri, piknik alanlarını kullanır. En ideal toplumsal alanlardır. Ama onlar da yok edilir ya da oyun alanları ağaçsız güneş altında bırakılır ki boş kalsın ve bakınız bizim halkımız parka alışık değil densin. Bu paylaşım öğretmeye niyet olmadığını gösterir. Burada artık kızmaya başlıyorum. Neyse konu bu da değil. Sadece bir gözlem.

Başka bir gözlem de kırsal kesim kente geldikçe kentli paylaşmaz kaçar. Giderek kendini güvenlikli, tel örgülü, içinde her türlü yaşam malzemesi bulunan özel rezidanslara, yerleşim alanlarına kapatır, çocuklarını özel okullara gönderir, toplu taşıma yerine servis icat eder, daha da ilerisi bu özel okulları tel örgülü rezidansın içinde açar, zaten emrine amade AVM’ler de vardır. Sadece evin beyi bu örgülerin dışına çıkar. Tüm bunları sağlayabilmek için giderek daha fazla para gerekmektedir. Sınır içinde sınır yaratılmış olur. Başka ne yapsın paylaşmayı bilmez ki… Hatta bazen şöyle de olur, ki onlara haklı bir şekilde sonradan görme denir, paylaşmayı bilen kırsal kesim insanı kente göç ettikten ve para kazanmaya başladıktan sonra yaptığı ilk iş kendini ve ailesini bir rezidansa kapatmak olur. Aynı erkeğin dünyasına adım atan kadının tutunabilmek için kendini erkekleştirmesi gibidir. Burada da mutsuzluk başlar, paylaşmayı bilen ve alışan insan paylaşmadan duramaz. Tutunamayan düşer. Ama kentliler paylaşmaz. Paylaşamaz. O zaman hemşerilik duygusu üste çıkar. Bu da sınır içinde sınırın bir başka sınırını yaratır. Gerçi hemşerilik olmasa okul birliği, örgüt birliği vs bir sürü icat çıkar. Sınırlar doğurgandır. Halbuki herkesin derdi aslında nefes alabilmektir.

Bu olayların, olay neyse burada, herşey olabilir, bir yüzü. Sınır yaratmak istersen eğer, kullanılan dildeki tüm sıfatlar bu işe yarar. İnsanoğlu nedendir bilinmez tanımlamak için isim yerine sıfatları kullanır. Belki de tembel yaratık olduğundan, hafızası kıt olduğundan isimler fazla gelir, bazılarını birbirine tutturabilmek için çimento kullanır. Çimento faydalıdır. Parçaları birleştirerek bir bütün elde edersin, sonra da içine başını sokar, sıcacık memnun mesut oturursun ama bir gün bir deprem olur o yapıyı başına yıkar. Aynı alkol gibi ölçülü kullanmakta fayda vardır.

Bilmiyorum sıfatı olmayan bir dil var mı?

Hem bazı isimler vardır, sıfat gibi kullanılır. Bir takım sıfatlar artık isimleşmiştir.

Niyetim seneye Japonca’ya başlamak.

Tutunamıyorum, tutunmak da istemiyorum. Var mı ötesi?

Sadece nefes almaya devam etmek arzusundayım.

Bunu derecelendir:

Buldum

28 Cuma Haz 2013

Posted by Qunegond in Günlük

≈ 9 Yorum

Etiketler

baki, bu iş ertelersen de olmaz ertelemesen de, bu sabah, daima, dedikodu, erteleme beni ertelerim seni, herkesin formülü kendine, kahve, keder, olumsuzluğun dibi düşse bulup takılır, tembelin mumu yanmaz çünkü çok üşenir, yazacağım-yazıyorum-yazdım, zaman geçer tembellik baki kalır

fotoğraf (1)Bu sabah akşamdan kalan kuruyemişleri tereddütsüz kahve kutusunun içine boşaltınca artık yazma zamanımın geldiğini anladım.

Esasen bir gün evvelinden sinyallerini vermeye başladı. Bu sabah formülünü çıkarttım.

Malzemeler:

İyi bir kuaför; saç boyası, manikür, pedikür

İyi bir arkadaş; bol okuyan, bol yazan, bol dedikodu yapan, günlük sıradanlıklara takılmayan, hali hazırda üzerinde çalıştığı bir projesi olan tercih sebebidir.

İyi bir yemek, iyi bir içki; o anki keyfe keder bir salata da olabilir, şinitzel de, ya da işkembe çorbası, zaman gelir bir bardak çay en iyisidir, zaman gelir kadehi buğulandıran beyaz şarap.

Ve BEYOĞLU; mekan önemli ayrıntı.

Ardından bol kafa karışıklığı.

Formülünü bulmasına buldum ama tembellik ve erteleme daima baki… Üzerinde durmuyorum diye üstesinden geldiğim zannedilmesin.

Bunu derecelendir:

 Subscribe in a reader

Okudukça

Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseybim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir.

Çavdar Tarlasında Çocuklar
J.D.Salinger

Ara ki Bulasın

Ne Diyordum?

  • İz Peşinde
  • Kahveyi bıraktım, başıma gelenler
  • Taş bu yumurtalar taş
  • Bir haftalık kazanç: Mo Yan, Yu Hua, Engin Türkgeldi
  • Bir alışkanlık oturtmaya çalışıyorum
  • Uzun zaman oldu görüşmeyeli…
  • Ovalama Günleri/Günlükleri

Çok Okunasılar

  • Gelmiş Geçmiş En Etkili 100 Yazar Listesi
  • 1/101 - Çavdar Tarlasında Çocuklar Hakkında
  • Yer Altında Dünya Var - Refik Halit Karay
  • Roman Adı Nereden Gelir?
  • Tesadüflere İnanıyor ve Bekliyorum
  • Dışa Yolculuk - Virginia Woolf
  • >Sabah Sabah Yapılan Bilinç Akışına Örnekler

Let’s Tweet Again

  • @KaanSekbann Botoks vs gibi sozde genclestiricilere bulasmamak 1 week ago
  • RT @sisternon: Amerikalı bir eski asker, savaş ekonomisi nedir ve bununla nasıl mücadele edilir tane tane anlatmış. Keşke biri Türkçe altya… 1 week ago
  • Portrait with Golden Mask, 2019, Marina Abramoviç, The Ckeaner Sergisinden @ Museum of Contemporary Art, Belgrade instagram.com/p/B4vQI6YACDz/… 3 weeks ago
  • Aaa-Aaa, 1978 Marina Abramovic ile Ulay birbirlerini aaaa’larken, 15 dk. @ Museum of Contemporary Art, Belgrade instagram.com/p/B4r2OhPA8GP/… 3 weeks ago
  • Yedinci gün, yedinci kitap. Teşekkürler sevgiferidunoglu 😘 @ Göztepe, Istanbul, Turkey instagram.com/p/B4es0ljAGBs/… 1 month ago

Diğer 848 takipçiye katılın

Follow Kunegond'un Penceresinden on WordPress.com

Tali Bloglar

  • Kunegond'un Objektifinden
  • Qunegond Okudukça

Goodreads

OKUYORUM

101 KİTAP PROJESİ : 5/101

Pel-Mel

5 hafta 5 roman 12. İstanbul Bienali 50 shades of grey 101 Kitap acayip Adorno anneler anılar apollon tapınağı Bilge Karasu boğazda eğlence bumed Bu puzzle kaç parça? bu sabah Bu ses de nedir? can sıkıntısı Carson McCullers central perk deniz E.L.James erotik-romantik romanlar etiket biliyorum önemlisin ama aklıma bir şey gelmiyor etiketlemekten sıkıldım etiketsiz ezik fark Fay Hatları Fransız Teğmenin Kadını Gece günlük hani hatıralar her eve bir kültür kampanyası hissi iphone isimsiz iç sıkıntısı Jean Genet John Fowles kahve kelebek kendini tanı Kirko ile Kriko'nun maceraları kitap Kunegond'u Yaşatma ve Kalkındırma Vakfı İlanı köpek balığı metinleri mahalle Mark Ravenhill mubi ile film izlemek Nancy Huston nereye gider? Oğuz Atay Palahniuk paris Paris Defteri pazar pazar günlerinin seyir defteri pazar günü ne yapılır Pazar Keyfi Post A Day 2011 Refik Halit Karay renk rüya görmeden olmaz rüyalarım ve ben sabah saçmalama serbestisi içinde yüzmek en büyük özgürlük tembellik güzeldir tembelliğin böylesi ubor metenga buluşmaları woody allen Yalnız Bir Avcıdır Yürek Yekta Kopan Yer altında dünya var zavallı medusa Çırağan Okumaları

Kategoriler

Bu blogu takip etmek ve yeni gönderilerle ilgili bildirimleri e-postayla almak için e-posta adresinizi girin.

Diğer 848 takipçiye katılın

Blogroll

  • ACA'nın Çekirdek Bakışı
  • Anlatmak İstedim
  • ANNECİK VE CİCİK
  • Aydan Atlayan Kedi
  • ÖYKÜ
  • Bir Dilim Sohbet
  • BLACK ESPRESSO
  • Classic Movies Digest
  • Defter
  • Fil Uçuşu
  • Gay Kedi
  • Jose Naranga
  • KADINBEDENSAHNEDÜNYA
  • Laini Taylor
  • Leylak Dalı
  • Murat Gülsoy
  • Nam-I Diğer Annecik
  • Stupid Little Things
  • SİRENİN SESİ
  • Vladimir'in Derdi
  • İÇİMDEN ÇAĞLAYANLAR
  • İyi geceler küçük Joe

Sakla Samanı

  • Haziran 2019 (1)
  • Nisan 2019 (1)
  • Ocak 2019 (4)
  • Mayıs 2018 (2)
  • Şubat 2018 (1)
  • Ocak 2018 (3)
  • Aralık 2017 (1)
  • Kasım 2017 (1)
  • Temmuz 2017 (1)
  • Mayıs 2017 (1)
  • Şubat 2017 (2)
  • Ocak 2017 (5)
  • Kasım 2016 (1)
  • Haziran 2016 (1)
  • Mayıs 2016 (3)
  • Nisan 2016 (2)
  • Ocak 2016 (13)
  • Mayıs 2015 (2)
  • Şubat 2015 (1)
  • Kasım 2014 (4)
  • Mayıs 2014 (2)
  • Nisan 2014 (3)
  • Şubat 2014 (1)
  • Ocak 2014 (6)
  • Aralık 2013 (4)
  • Kasım 2013 (4)
  • Ekim 2013 (2)
  • Eylül 2013 (3)
  • Ağustos 2013 (1)
  • Temmuz 2013 (7)
  • Haziran 2013 (3)
  • Mayıs 2013 (1)
  • Nisan 2013 (3)
  • Mart 2013 (11)
  • Şubat 2013 (3)
  • Ocak 2013 (6)
  • Aralık 2012 (5)
  • Kasım 2012 (4)
  • Ekim 2012 (11)
  • Eylül 2012 (5)
  • Ağustos 2012 (3)
  • Temmuz 2012 (13)
  • Haziran 2012 (4)
  • Mayıs 2012 (4)
  • Nisan 2012 (5)
  • Mart 2012 (2)
  • Şubat 2012 (5)
  • Ocak 2012 (8)
  • Aralık 2011 (6)
  • Kasım 2011 (16)
  • Ekim 2011 (6)
  • Eylül 2011 (11)
  • Ağustos 2011 (6)
  • Temmuz 2011 (11)
  • Haziran 2011 (24)
  • Mayıs 2011 (13)
  • Nisan 2011 (17)
  • Mart 2011 (29)
  • Şubat 2011 (7)
  • Ocak 2011 (7)
  • Aralık 2010 (13)
  • Kasım 2010 (11)
  • Ekim 2010 (7)
  • Eylül 2010 (15)
  • Ağustos 2010 (3)
  • Temmuz 2010 (3)
  • Haziran 2010 (9)
  • Mayıs 2010 (4)
  • Nisan 2010 (3)
  • Mart 2010 (14)
  • Şubat 2010 (15)
  • Ocak 2010 (25)
  • Aralık 2009 (21)
  • Kasım 2009 (24)
  • Ekim 2009 (10)
  • Eylül 2009 (14)
  • Ağustos 2009 (22)
  • Temmuz 2009 (14)
  • Haziran 2009 (31)
  • Mayıs 2009 (31)
  • Nisan 2009 (30)
  • Mart 2009 (34)
  • Şubat 2009 (25)
  • Ocak 2009 (8)
  • Aralık 2008 (1)
  • Kasım 2008 (5)
  • Ekim 2008 (1)
  • Ağustos 2008 (1)
  • Haziran 2008 (5)
  • Nisan 2008 (3)
  • Mart 2008 (15)

Vurun Kahpeye

  • 322.991 hits

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş
  • Yazı beslemesi
  • Yorum beslemesi
  • WordPress.com

Vazgeç
Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası