• 101 Kitap Projesi Liste
  • Sibel Kaçamak

Kunegond'un Penceresinden

~ Çalışma arzusu gelince oturup geçmesini bekliyorum.

Kunegond'un Penceresinden

Category Archives: yazarlar

Balyajdan Felsefe Sözlüğüne Giden Yol Qunegond’dan Geçer

26 Cumartesi Eki 2013

Posted by Qunegond in edebiyat, Günlük, güzellik, okuduklarım, yazarlar

≈ 6 Yorum

Etiketler

365 güne bir öykü yetişkin düşünürler için, Balyaj'ın faydaları, Cunegonde, Felsefe Sözlüğü, Felsefe ve Balyaj, mucize nedir ne değildir, Voltaire üzerine

fotoğraf (2)

Dünden devam etmek gibi bir kaygıyla başlıyorum. Evet, balyaja gittim. Mükemmel oldu. Aynada kendimi yeniden tanır hale gelmek büyük rahatlık ne diyeyim. Şimdi bir evvelkinde neden böyle hüsran yaşandı onu anlatayım, çünkü başka bir kuaföre gidildi ve anında pişman olundu. Neden başka birine gidildi? Hayır denemediğinden. Bunlar Qunegonde için klasik davranış biçimleri; hayır diyememek ve tembellik/erteleme, gerçi asıl, yani Voltaire’in Cunegonde’u da hayır demez, başa ne gelirse çeker ama o pişman olmaz, Barbapapa ailesinin bütünlüklü bir üyesidir, en sonunda güzelliğini kaybeder ama kendini çalışmaya verdiğinden eskisinden de daha mutlu olur. Bizim Qune nezdinde o çalışma durumu henüz zorunlu seçeneğe dönüşmedi, o günler de gelecek, endişeli değiliz, moralimiz yüksek.

İşte bir saç boyası yüzünden ister adına güzellik deyin, ister kendini aynada tanıyamama, Qune çok mutsuz oldu. Neyse bu sabah iyiyiz, beş dakikada bir gidip aynaya bakıyoruz, sonra memnun mesut gelip iş başına oturuyoruz. Bu böyle bir iki gün sürer sonra alışkanlık üstesinden gelir nasıl olsa.

Bu arada geçenlerde Robinson’dan Voltaire’in Inkilap Kitabevi tarafından yayınlanmış Felsefe Sözlüğü’nü buldum. Ne kadar felsefeyle ilgisi var, ne kadar yok o tartışılır ama okuması oldukça eğlenceli, aynı Kandid’de olduğu gibi… Denemelere ya da denememsi öykülere benzettim daha çok. A harfinden başlayarak Abbe, Abraham, Adem, Ame (Ruh), Folie (Delilik), Liberte (Özgürlük), Tyrannie (Zorbalık), Vertu (Erdem)’e kadar gelerek her konuda ne düşündüğünü eğlenceli bir dille anlatmış. Öyle baştan sona okumaya gerek yok. Her biri bir iki sayfalık, hani çocuklar için başucu kitabı, nedense, 365 güne bir öykü tarzında şeyler vardır ya onun gibi yetişkenler için her güne bir düşünce deyin adına. En kısa bir tanesini burada paylaşıyorum:

INONDATION (TUFAN)

Acaba dünyanın baştan başa su altında kaldığı zamanlar oldu mu? Fizik bakımından olanaksız bir şeydir bu.

Deniz, yavaş yavaş bütün karaları, birbiri ardı sıra su ile kaplamış olabilir; bu da ancak ağır ağır, sayısız denecek kadar uzun yüzyıllar boyunca olmuş olabilir. Deniz, beş yüz yıllık bir zaman içinde, vaktiyle büyük bir liman olan Aigues-mortes’tan, Frejus’den, Ravenne’den çekilmiş, hemen hemen iki fersahlık bir yeri kupkuru barakmıştır. Bu gidişe göre küremizi bir baştan bir başa dolaşması için iki milyon iki yüz elli bin yıllık bir zamanı ihtiyacı olacağı meydandadır. İşin çok dikkate değer bir yönü de, bu zamanın yerkürenin eksenine dikilip ekvatorla birleşmesi için gereken zamana pek yaklaşmasıdır; bu hareket elli yıldan beri pek olası görünmekte, ancak iki milyon üç yüz bin yıldan daha uzun bir zaman içinde meydana gelebileceği anlaşılmaktadır.

Denizden birkaç fersah uzakta meydan çıkarılan yataklar, kabuklulardan meydana gelme tabakalar denizin bütün su ürünlerini vaktiyle okyanusun kıyıları olan topraklar üzerine ağır ağır yığdığının su götürmez bir kanıtıdır, ama denizlerin bütün küreyi birden tümüyle kaplaması fizik bakımından çekim yasalarıyla, sıvı yasalarıyla, su miktarının yetersizliğiyle olanaksızlığı tanıtlanmış saçma bir kuruntudur. Bununla Beş Sefer’de anlatılan o evrensel tufanın büyük gerçekliğine biraz olsun gölge düşürmek istemiyoruz: Tersine, o bir mucizedir; bunun için ona inanmak gerekir; o bir mucizedir, bunun için de fizik yasalarıyla gerçekleşmiş olamaz.

Tufan öyküsünde her şey mucizedir: Kırk gün süren yağmurun dünyanın dört bucağını su altında bırakması ve suyun en yüksek dağların tepesini on beş dirsek aşması mucizedir; gökyüzünde çağlayanlar, kapılar, delikler bulunması bir mucizedir; dünyanın dört yönünden bütün hayvanların gemiye gelmiş olması mucizedir; Nuh’un onları on ay besleyecek şeyler bulması mucizedir; bütün hayvanların yiyecekleriyle beraber gemiye sığabilmiş olması mucizedir; çoğunun ölmemiş olması mucizedir; gemiden çıkınca hepsinin karınlarını doyuracak şeyler bulmaları mucizedir; sonunda Le Pelletier adında birinin, bütün o hayvanların Nuh’un gemisinde nasıl doğal olarak bir arada bulunup karınlarını doyurmuş olduklarını açıkladığını sanması da bir mucize, ama başka bir mucizedir.

Oysa tufan öyküsü dünyanın bir eşi daha dinlenmemiş en mucizeli şeyi olduğu için, onu açıklamaya kalkışmak anlamsız olur: Bunlar inan yoluyla inanılan o muammalardandır; inan da aklın inanmayacağı şeye inanmaktan başka bir şey olmayan, ayrı bir mucizedir.

Böylece evrensel tufan öyküsü de Babil Kulesi, Balaam’ın dişi eşeği, Jeriko duvarlarının davul seslerinden yıkılması, kan halini alıveren sular, Kızıldeniz’de açılan yol ve Tanrı’nın kendi ümmetinin sevgili kulları onuruna göstermek inayetinde bulunduğu bütün mucizelerin öyküsü gibidir; bunlar insan zekasının inip yoklayamayacağı derinliktedir.

Alıntı buraya kadar. Hemen aklıma Pi’nin Yaşamı geldi. Hani kurtulduktan sonra öyküyü olduğu gibi anlattıydı da kimse inanmadıydı ya… Tabii kimse inanmayacak bir kere ne kadar gerçek gibi anlatılsa da o bir kurgu, ikincisi evren mucize hakkını çok eski zamanlarda kullanarak tüketmiş, torunları düşünerek bize bir iki tane dahi olsun kırıntı bırakmamıştır. Neyse şu aralar daha başka bir iki kitapla birlikte Voltaire Felsefe Sözlüğünü okuyorum. Her gece bir madde, öykü, deneme. Tavsiye ederim.

Not: Yazmaya yazmaya on parmak yazmayı unutacağım sanmıştım, korkulacak bir şey yokmuş, Voltaire’in bu parçasını çok kısa bir zamanda ve tek hatayla, inanmayın yalan, yine de sayı iki haneli değil, buraya kopyaladım. Yay!

Voltaire; 1694-1778, Fransız yazar ve Filozof.

Bunu derecelendir:

Who’s Afraid of Virginia Woolf

01 Cuma Nis 2011

Posted by Qunegond in edebiyat, filmlerim, Günlük, yazarlar

≈ 2 Yorum

Etiketler

Edward Albee, Elisabeth Taylor, Hain Kurttan Kim Korkar, Richard Burton

Geçen sene ekim ayında Virginia Woolf üzerine internette araştırma yaparken bu başlığa rastladım. Tabii ilgimi çekti. Bir de baktım ki Elisabeth Taylor ile Richard Burton’un oynadıkları 1966 yapımı siyah beyaz bir film. Of, dedim siyah beyazmış şimdi hiç çekilmez. Remake vs var mı diye baktım. Yok. Bir yandan da nasıl merak ediyorum. Sonuçta ön yargılı olmayı bırakarak şansımı denemeye karar verdim, en nihayetinde çok sıkılırsam yarıda bırakırdım.

Hatırlıyorum, bunu düşündüğümde benim diz üstüyle birlikte mutfaktaydım. Filme başladım ve bir türlü mutfaktan  çıkamadım, müthiş sardı. Ayrıca filmin siyah beyaz olması nasıl desem kesin avantaj olmuş. Yerimden kıpırdamadan, heyecan ve merak içerisinde bir solukta seyrettim. Öylesine güzel bir film. Oyuncuların mükemmel olması dışında kurgu da mükemmel. Öylesine ki, bu kurguyu yazanın kim olduğunu merak edip araştırınca filmin aslında Edward Albee’nin kapalı gişe oynayan çok başarılı bir tiyatro oyunundan uyarlama olduğunu öğrendim. Sonra oyunu da buldum ve onu da okudum. Özellikle absurd tiyatro akımını sevenler için birebir. Albee, Beckett, Ionescou ve hatta Genet ile çapraz okumalara konu olan bir yazar.

Oyun, biri yaşlı (Taylor-Burton) diğeri genç (George Segal-Sandy Dennis) iki çiftin, Taylor’ın üniversitede dekan olan babasının zorlamasıyla, birlikte geçirdikleri bir gece boyunca geçiyor. Bir üniversite şehri. Burton o üniversitede tarih profesörü ancak bir türlü kürsü başkanı olamamış. Segal ise biyoloji kürsüsünde. Gelecek vaadediyor. Yeni evli ve eşiyle birlikte başka bir şehirden gelip yerleşmişler. Taylor’ın babası bir tanışma daveti veriyor. Davetin bitiminde kızından yeni gelenlere ilgilenmesini istiyor. Taylor’da sarhoş kafayla onları eve davet ediyor. Ancak saat hali hazırda çok geç. Burton yatıp uyumak istiyor ama yine de kabul ediyor. Zaten Taylor ona itiraz etme şansı bırakmıyor. İşte bu 4 kişi arasında sabahın ilk saatlerine kadar geçen zaman sürecinde, içtikleri alkolün de etkisiyle ortaya ne sırlar çıkmıyor ki…

Taylor’ın ve Dennis’in sarhoş oyunları bir harika. Her ikisine de 1967 yılında oscar getirmiş. Taylor; en iyi kadın oyuncu, Dennis ise; en iyi yardımcı kadın oyuncu. Sarhoş kahkahaları mükemmel. Filmin aşağıdaki tanıtım görüntülerinde bu kahkahayı duymak mümkün. Filmin en başından yaşlı çiftin aralarında bir çok sorun olduğu ortada. Bir de bir oğul var ki anne ve baba aralarında bir türlü anlaşamıyorlar. Genç çiftse görünürde mutlu.

Filmdeki çiftlerden  Honey ve Nick, Martha ve George’un daha genç görüntüleri olarak kendi yalanlarını, fantezilerini geliştirmeye daha yeni başlamışlar, halbuki diğerleri oldukça kaşarlanmış. Bir birlerinin ruhunu biliyorlar. Tüm çiftler, ne kadar ideal gözükürlerse gözüksünler, hepsinin sorunları ve iletişim eksiklikleri mevcuttur dedirten bir kurgu. Fazla detaya girmeyeyim tadı kaçmasın diyorum. Gerçek bir sürpriz. Ayrıca filmin bir sürü pik noktası var. Çiftler arasında bir çok güç çatışması var. Martha gücünü babasının konumundan ve ayrıca kendi güzelliği ve seksapelinden alıyor. George’un canını yakmak için ikisini de kullanmaktan hiç kaçınmıyor. George’un ise Martha’ya acı çektirme yöntemleri çok daha ilginç. Honey’nin çığlığı mükemmel. Aşağıdaki kısa tanıtım filminde mevcut.

Kim Korkar Virginia Woolf’tan ismine gelince, bu sarhoş akademisyenlerin çok eğlendikleri bir şarkıdan başka bir şey değil. Filmde bahsi bile geçmiyor. Kim Korkar Hain Kurt’tan isimli bir çocuk tekerlemesinin nameleriyle söylenen ve sarhoş sarhoş bu eğitim yuvasının değerli üyelerini güldüren bir espri mahiyetinde. Ortam gerildikçe denize düşen yılana sarılır misali çiftler de bu şarkıya baş vuruyorlar. Öyle ki, filmin akışı içerisinde bir leitmotiv gibi sürekli geliyor . Trailer’da bu şarkı da var.

Aslında Kim Korkar Virginia Woolf’tan tekerlemesinde şöyle de bir ironi var. Herkesçe bilindiği gibi Woolf’u okumak hiç kolay değil. Akademisyenler çevresindeyse bu konu neredeyse bir tabu. Woolf’u çözümleyip anlayamamak kimsenin kendine yediremediği dolayısıyla da konuya girmekten kaçındığı utanç teşkil eden bir olgu. Filmin akışı ve teması açısından önemli. Bana sorarsanız ölmeden önce seyredilecekler listesinde bir film. Özellikle de metinde sırların adım adım çözülmesi açısından harika bir kurgu.

 

Bunu derecelendir:

Her Şey De Parayla Değil

11 Çarşamba Kas 2009

Posted by Qunegond in Günlük, yazarlar

≈ 10 Yorum

Param olmadığında bazen söylenir dururum. İstanbul gibi kültürel ve sanatsal etkinlikleri bol bir şehirde yaşıyorum ve ne etinden ne de sütünden faydalanabiliyorum. İsyan bayrağını açarım. Bu dünyada herşey zenginler için derim. Ama bazen de param olmasa bile olumlu bir insan olurum. Bu durum neye bağlı henüz keşfedebilmiş değilim. Bugünlerde daima pozitif enerji doluyum. Sürebildiğince sürsün istiyorum. Bana faydası şu, çok ilginç ama olmayacağını sandığım hayallerim gerçek oluyor. Sanki hayat, bunca süre benden Polyanna olmamı beklemiş gibi… İş buna kaldıysa eğer kolay ki…

Neyse fazla kurcalamadan, dün akşam yine dışardaydım. Şeytanın bacağını bir kere kırınca ardı arkası kesilmiyor. Bir ilk yazısında da değinmiştim, bu da ikincisi oldu. Çırağan Kempinski ve Kalem Ajans’ın birlikte düzenledikleri Okuma Günlerinin konuğu şu sıralarda Can Yayınlarından yeni bir kitabı çıkmış olan Oya Baydar’dı. Etkinlik ücretsiz, saray muhteşem, ikramlar hoş. Beyaz, kırmızı şarap, meyve suları, sıcak soğuk bir takım kanepeler, peynir topları vs… Dün vaktim vardı, erken gitmişim, pastırma yazı, sarayın bahçesinde deniz kenarında şöyle bir dolandım. Tarihi de pek bilmem ya, işte yüzyıl başında o sarayda yaşamış prenseslerden biriymişim gibi düşündüm kendimi. Birazdan denizden gelecek yakışlıklı prensini bekleyen…

Oya Baydar çok şeker bir yazar. Sevimli, sıcak kanlı, esprili, düşünür yazar. Daha önceden de romanlarını okumayı sevdiğim bir yazar. Sıradan bir okuma yapmak yerine biraz kitap hakkında konuştu, nelerden bahsetmek istediğini kimlerden etkilendiğini anlattı. Zaman zaman da okudu. Saramago’nun Körlük romanı onu derinden etkilemiş. Baydar’a göre Çöplüğün Generali, benim henüz okuma fırsatım olmamıştı, kendi çizgisinden uzaklaşarak yazdığı neredeyse gerçeküstü, fantastik de sayılabilecek bir roman. Günümüzden yaklaşık 70 yıl sonrasında geçiyor. İnsanlar 3 Maymun virüsüne yakalanmışlar. Bu virüse aynı domuz gribi gibi, bir de gerçekçi kod adı vermiş. H2M3. Üç Maymun salgını yaklaşık olarak günümüzde başlamış, öldürmediğinden farkedilmemiş ve virüs giderek herkese bulaşmış. Üç maymun virüsü adı üstünde, görmüyorum, duymuyorum ve sesimi çıkarmıyorum. Çağımızın hastalığı. Baydar, farkına varılsın istedim diyor. Daha sonra ne düşünürseniz düşünün, ne isterseniz onu yapın.

Romanın baş kahramanı Çöplüğün Generali hepimize çok tanıdık gelen bir figür. Her gün sokakta çöpleri karıştırken gördüğümüz ve görmezden geldiğimiz, hatta kimilerimiz tarafından kinle bakılan, tekme tokat kovalanan bir çocuk. Çöpleri karıştırırken bir gün bir asker paltosu buluyor. Çocuk ya, ne de olsa oyun onun işi. Havaya giriyor. Çöplerden bulabildiği ne kadar parlak şey varsa toplayıp, paltoya yıldız olarak yapıştırıyor. 4 yıldızlı bir general oluyor. Çöpleri çok iyi karıştırdığı için de arkadaşları ona Çöplüğün Generali lakabını takıyor. Hem sağır, hem dilsiz, hem de bir bacağı yok. Çöpleri karıştırırken biriken metan gazının patlaması sırasında kaybetmiş.

Baydar’ın okuduğu sayfalarda bu çocuğun bu patlamadan yarı yanık bir şekilde hastaneye getirilişi ve oradaki kadın doktorla karşılaşmaları vardı. Herkesin bu kimsesiz çocuk yaşamaz, tedaviye gerek yok dediği bir vakada Baydar’ın doktoru bir an çocuğun yerinde kendi oğlunu görür gibi oluyor ve tüm itirazlara rağmen, masrafları kendi ödemek pahasına ameliyata alıp yanık tedavisine başlıyor.

Daha sonra soru-cevap kısmında dinleyicilerin birinden şu yorum geldi.

“Oya hanım” dedi, kadın. “Bize bu kitabın her zamanki çizginizin dışında olduğunu söylediniz. Ancak ben buna tam olarak katılmıyorum. Biraz önce okuduğunuz kadın doktor ve yanık çocuk sahnesinde diğer kitaplarınızda da çok sık rastlanan bir yerine koyma olgusu var. Kadın doktor bu kimsesiz çöpçü çocuğu oğluna benzeterek bir an kendini onun annesi yerine koyuyor. Aslında hepimiz, yargılamak yerine bunu yapabilsek, bu dünya çok daha güzel bir yer olurdu.”

Bunu derecelendir:

 Subscribe in a reader

Okudukça

Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseybim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir.

Çavdar Tarlasında Çocuklar
J.D.Salinger

Ara ki Bulasın

Ne Diyordum?

  • İz Peşinde
  • Kahveyi bıraktım, başıma gelenler
  • Taş bu yumurtalar taş
  • Bir haftalık kazanç: Mo Yan, Yu Hua, Engin Türkgeldi
  • Bir alışkanlık oturtmaya çalışıyorum
  • Uzun zaman oldu görüşmeyeli…
  • Ovalama Günleri/Günlükleri

Çok Okunasılar

  • Gelmiş Geçmiş En Etkili 100 Yazar Listesi
  • Bir Rüya Gibi
  • 1/101 - Çavdar Tarlasında Çocuklar Hakkında
  • >Yaka Düğmelerinden Erkek Karakter Tahlili
  • >Korkuyu Beklerken / UBOR-METENGA
  • >Ağaçlar ve İnsanlar
  • 4/101 Kitap: Solgun Ateş

Instagram

Follow me on Twitter

Tweetlerim

Diğer 850 takipçiye katılın

Follow Kunegond'un Penceresinden on WordPress.com

Tali Bloglar

  • Kunegond'un Objektifinden
  • Qunegond Okudukça

Goodreads

OKUYORUM

101 KİTAP PROJESİ : 5/101

Pel-Mel

5 hafta 5 roman 12. İstanbul Bienali 50 shades of grey 101 Kitap acayip Adorno anneler anılar apollon tapınağı Bilge Karasu boğazda eğlence bumed Bu puzzle kaç parça? bu sabah Bu ses de nedir? can sıkıntısı Carson McCullers central perk deniz E.L.James erotik-romantik romanlar etiket biliyorum önemlisin ama aklıma bir şey gelmiyor etiketlemekten sıkıldım etiketsiz ezik fark Fay Hatları Fransız Teğmenin Kadını Gece günlük hani hatıralar her eve bir kültür kampanyası hissi iphone isimsiz iç sıkıntısı Jean Genet John Fowles kahve kelebek kendini tanı Kirko ile Kriko'nun maceraları kitap Kunegond'u Yaşatma ve Kalkındırma Vakfı İlanı köpek balığı metinleri mahalle Mark Ravenhill mubi ile film izlemek Nancy Huston nereye gider? Oğuz Atay Palahniuk paris Paris Defteri pazar pazar günlerinin seyir defteri pazar günü ne yapılır Pazar Keyfi Post A Day 2011 Refik Halit Karay renk rüya görmeden olmaz rüyalarım ve ben sabah saçmalama serbestisi içinde yüzmek en büyük özgürlük tembellik güzeldir tembelliğin böylesi ubor metenga buluşmaları woody allen Yalnız Bir Avcıdır Yürek Yekta Kopan Yer altında dünya var zavallı medusa Çırağan Okumaları

Kategoriler

Bu blogu takip etmek ve yeni gönderilerle ilgili bildirimleri e-postayla almak için e-posta adresinizi girin.

Diğer 850 takipçiye katılın

Blogroll

  • ACA'nın Çekirdek Bakışı
  • Anlatmak İstedim
  • ANNECİK VE CİCİK
  • Aydan Atlayan Kedi
  • ÖYKÜ
  • Bir Dilim Sohbet
  • BLACK ESPRESSO
  • Classic Movies Digest
  • Defter
  • Fil Uçuşu
  • Gay Kedi
  • Jose Naranga
  • KADINBEDENSAHNEDÜNYA
  • Laini Taylor
  • Leylak Dalı
  • Murat Gülsoy
  • Nam-I Diğer Annecik
  • Stupid Little Things
  • SİRENİN SESİ
  • Vladimir'in Derdi
  • İÇİMDEN ÇAĞLAYANLAR
  • İyi geceler küçük Joe

Sakla Samanı

  • Haziran 2019 (1)
  • Nisan 2019 (1)
  • Ocak 2019 (4)
  • Mayıs 2018 (2)
  • Şubat 2018 (1)
  • Ocak 2018 (3)
  • Aralık 2017 (1)
  • Kasım 2017 (1)
  • Temmuz 2017 (1)
  • Mayıs 2017 (1)
  • Şubat 2017 (2)
  • Ocak 2017 (5)
  • Kasım 2016 (1)
  • Haziran 2016 (1)
  • Mayıs 2016 (3)
  • Nisan 2016 (2)
  • Ocak 2016 (13)
  • Mayıs 2015 (2)
  • Şubat 2015 (1)
  • Kasım 2014 (4)
  • Mayıs 2014 (2)
  • Nisan 2014 (3)
  • Şubat 2014 (1)
  • Ocak 2014 (6)
  • Aralık 2013 (4)
  • Kasım 2013 (4)
  • Ekim 2013 (2)
  • Eylül 2013 (3)
  • Ağustos 2013 (1)
  • Temmuz 2013 (7)
  • Haziran 2013 (3)
  • Mayıs 2013 (1)
  • Nisan 2013 (3)
  • Mart 2013 (11)
  • Şubat 2013 (3)
  • Ocak 2013 (6)
  • Aralık 2012 (5)
  • Kasım 2012 (4)
  • Ekim 2012 (11)
  • Eylül 2012 (5)
  • Ağustos 2012 (3)
  • Temmuz 2012 (13)
  • Haziran 2012 (4)
  • Mayıs 2012 (4)
  • Nisan 2012 (5)
  • Mart 2012 (2)
  • Şubat 2012 (5)
  • Ocak 2012 (8)
  • Aralık 2011 (6)
  • Kasım 2011 (16)
  • Ekim 2011 (6)
  • Eylül 2011 (11)
  • Ağustos 2011 (6)
  • Temmuz 2011 (11)
  • Haziran 2011 (24)
  • Mayıs 2011 (13)
  • Nisan 2011 (17)
  • Mart 2011 (29)
  • Şubat 2011 (7)
  • Ocak 2011 (7)
  • Aralık 2010 (13)
  • Kasım 2010 (11)
  • Ekim 2010 (7)
  • Eylül 2010 (15)
  • Ağustos 2010 (3)
  • Temmuz 2010 (3)
  • Haziran 2010 (9)
  • Mayıs 2010 (4)
  • Nisan 2010 (3)
  • Mart 2010 (14)
  • Şubat 2010 (15)
  • Ocak 2010 (25)
  • Aralık 2009 (21)
  • Kasım 2009 (24)
  • Ekim 2009 (10)
  • Eylül 2009 (14)
  • Ağustos 2009 (22)
  • Temmuz 2009 (14)
  • Haziran 2009 (31)
  • Mayıs 2009 (31)
  • Nisan 2009 (30)
  • Mart 2009 (34)
  • Şubat 2009 (25)
  • Ocak 2009 (8)
  • Aralık 2008 (1)
  • Kasım 2008 (5)
  • Ekim 2008 (1)
  • Ağustos 2008 (1)
  • Haziran 2008 (5)
  • Nisan 2008 (3)
  • Mart 2008 (15)

Vurun Kahpeye

  • 337.310 hits

Meta

  • Kayıt Ol
  • Giriş
  • Yazı beslemesi
  • Yorum beslemesi
  • WordPress.com

Vazgeç
Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası