Etiketler
Cratos Otel güzel otel, gel vatandaş gel, huzur nasıl bulunur, Kıbrıs günlüklerine devam, taze taze gezi notları bunlar
Bugün iş yok. Dönüş uçağım akşam 21:30’da ve o saate kadar yapacak hiç bir şeyim yok. Dünden denize girerim diye düşünüyordum, o da mümkün olmayacak hava limoni. Neyse ekipmanım hazır, tam donanım geldim. Henüz kapağını bile açmamış olmama rağmen yanımda geçen haftadan okumakta olduğum Jack Kerouac’ın Yolda’sı var. Baştan söyleyeyim bir adada, hele hele de Kıbrıs adasında okunacak bir kitap değil. A.B.D. yi bir baştan diğerine NY ve San Francisco arasında mekik dokuyarak dolaşan, gözlemleyen Kerouac’la kendi sıkışmışlığımı (ada, Girne, otel, casino) karşılaştırmadan edemiyorum. Moralim bozuluyor. O yüzden yazıya vurdum. Yazı rahatlatıyor, yazı iştah kesiyor. Bundan böyle her sabah güne böyle mi başlasam ne yapsam diyorum. Kahvaltı masasında tabağın durması gereken yere bilgisayarı yerleştiriyorsun, diğer kalan besinler, yumurtalı ekmek, poğaça, salatalık, greyfurt, kahve, portakal suyu gibi şeyler yanlarda aksesuar kalıyor. Eh durum böyle olunca da yeme hızım düşüyor, iştah kapanıyor. Dün kahvaltı salonundan çıkarken yukarıdaki ekmek büfesini keşfettim, bu sabah için önce oraya uğramak üzere karar aldım ama beklediğim gibi lezzetli çıkmadılar.
Kısa bir sahile inme gezintisi, merdivenler Karaköy’deki Kamondo’ların modern versiyonu, gerçi inemeyenler ya da istemeyenler için asansör de var. Sanırım otel bir çeşit falez üzerinde, gerçi Antalya’dakiler gibi farkına varılmıyor ama benim kaldığım oda -2. katta yine de havuza tepeden bakılıyor. Burada yapacak hiç bir şey, gerçekten hiç bir şey yok. Yok. İlk gün turistik gezi yapıp tepedeki manastıra, sonra şehitler mezarlığına falan gittiydik, yani her şey yarım güne sığdı, belki sonra beş parmak dağlarında trekking falan yapılabilir, bilemiyorum, o da bir yarım gün olsa, geriye kalan her şey çok sıkıcı. İçmek ve kumar oynamak dışında bir alternatif göremedim. Bol bol Bailey’s tükettim. Eskiden, hani 1988 falan bahsediyorum, o zamanlar, yabancı mallarını görmemiş olduğumdan çarşı pazar market dolaşmak biraz oyalardı, ilk gün mezarlıktan sonra merkeze indik, biraz dolandık onlar da yavan geldi. Akşam Hint lokantasına gittik, çok eğlendim. Yine de kendimi kesmeden geri dönebilirsem mutlu azınlık sayacağım kendimi. Zaman zor geçiyor.
Sahil fotoğraflarından bir kaç tane… Kırmızıyı hep sevmişimdir. Otelin bir çok lokantası var. Dün gece de Ocakbaşı’ndaydık. Çalgıcı ekibi, bir keman, bir def, bir kanun, kemancı aynı zamanda şarkı da çığırıyordu, her ne kadar sözlerini bilmesem de, ben meyhanelere gitmeyeli şarkı kültürü bayaa değişmiş, sesi güzeldi. Bir ara arka masada yabancılar varmış, bizden çok özür dileyerek enstrümantal bir şey çalacağını, bizim de seveceğimizi umduğunu söyleyerek daha dingin bir şeylere başladı. Biz bekliyoruz ki klasikler falan gelecek Debussy vs… Bir de baktık ki My Way, enstrümantal olmasının sebebiyse sanırım telaffuz meselesi. Sonrasında hemen Karadeniz havalarıyla havamıza devam ettik.
Her şeye rağmen denize ayaklarımı sokmayı başardım. Çekirdek olsaydı kesin girerdik sabahın köründe. Kasım ortaları olmasına rağmen su ılık. Ocak başından sonra Casino’ya girdim. Fotoğraf makinemi, bilgisayarımı falan elimden aldılar. O yüzden fotoğraf yok. Zaten gidip Craps’ın başında oturdum, bir gece evvelki kayıptan sonra seyrettim. Pek anlamış sayılmam ama keyifli. Bildiğimiz Barbut’un karmaşıklaştırılmış hali. 7 atmayacaksın, 7 gelince oyun kapanıyor, bahisler gidiyor. Tabii 7 atma ihtimali diğer sayılardan daha yüksek. Artık bunun hesabını siz yapın neden? Masada bizim vatandaşlardan başka, Teksas’lı bir ihtiyar vardı. Bir müddet sonra bir yerlerden ‘sweetheart’ şeklinde koşarak gelen bir kadın bitiverdi. Canım ciğerim, bu tercümesi olur, diyerekten öyle tatlı geldi ki, hepimiz anladık bir şeyler isteyecek. Zaten beklemeye kalmadı, an itibariyle ikinci lafı, param bitti, para, para, para, gibisinden hiç durmadan devam etti, bizim Teksas’lı cüzdanını eline alıp içinden bir kaç yüz dolar çıkarana kadar da susmadı. Paraları eline geçirince geldiği gibi saniyenin onda biri kadar bir süre içinde kayboldu. Bir müddet daha oturdum ama kendisinden bir daha haber alamadım. Sonra sıkıldım. Bir zamanlar çok kazanıp seyredenlere para fırlatan birileri varmış, acaba yine olur mu falan diye son bir çay içip, çikolata yiyerek, evet çikolata dağıtıyorlar, tatlı yiyelim, tatlı kaybedelim şeklinde, biraz daha bekledim. Baktım olmayacak, odaya döndüm.
Bütün bunları anlatıyorum da, şuna karar verdim, kumar cephesinde benden sonra kökten bir değişiklik olmamış, aynen bıraktığım gibi. Tabii makinelerde jeton tekniği diye bir şey kalmamış, şimdi para sokuyorsun, ya da Cratos’taki gibi kasadan kart alıyorsun, bazı tatil köyleri mantığı, eh bu da bir tatil köyü görevi görüyor eninde sonunda. Neden derseniz, otel çok huzurlu. Geldiğimden beri dikkat ediyorum ne bir tartışma, ne bir atışma, herkeste bol keseden tolerans, ilk gece bir türlü gelemeyen bavulum için olay çıkaran ben dışında, ki o da normal kumarda kaybetmiş olmama rağmen hayatta kalmanın rahatlatıcı önemini henüz idrak edememiştim, kanıtı dün ve bugün daha sakinim, kimsenin kimseye sesi yükselmiyor, bağrış çağrış yok, inanılır gibi değil. Herkes relaks, eşler birbirine karşı anlayışlı, güler yüzlü, müşfik, hani neredeyse diyeceğim ki her eve bir casino lazım. İnsanlar buraya kazanmaya değil, kaybetmeye geliyorlar. Çünkü kaybetmek, kaybetmeyi kabullenmek, kas gevşetici etkiye sahip, bin Tayvan masajı yerine geçiyor, gerçekten şimdi anlıyorum, burası bir cennet, uçağa binip gerisin geriye her anında başarılı olmak zorunda bırakıldığın dünyaya dönmek istemiyor kişi…
Yine de bu kadar huzur bana göre değil, yakında kendimi kesmeye başlamaktan korkuyorum. Sahildeki çakıltaşından sütunları çok tuttum. Uzaktan deniz kabuğu gibi görünmüşlerdi. O da bir fikir.
Gece ocak başından dönerken merdivenler mordu.
Burası da sahilden, sahile yakın odalardan lobiye, casino’ya giden yeraltı dehlizlerinden bir örnek…
Her zamanki gibi bir şeyleri unutarak gelmişim. Lens suyunu getirmişim ama lens kabını unutmuşum. Yaratıcılığımı kullandım. Kapakların içinde yüzüyorlar. İkinci unuttuğum şeyse göz makyajı temizleyicisi, o yüzden göz çevrem hala biraz siyahi, neyseki Diyarbakır yöresindenmişim, doğaldan sürmeliymişim gibi duruyor, ya da bana öyle geliyor, zaten yapacak bir şey yok, gözüme sabun falan sürmem, süremem, birincisi derilerim sarkar, göz çevrem kurur, düşer, ikincisi gözlerim yanar, kıpkırmızı olur…
Her şey iyi güzel, yine de bir şikayetim daha var, olmazsa olmaz zaten… casinolarda hiç durmadan sigara içiliyor ve bu iki gün içinde tüm giysilerim donuma kadar mide bulandırıcı düzeyde sigara dumanı koktu. Duşta akan kiri göstersem, kömür ocağına inmiş de geri çıkmışım sanılır.