Etiketler
beyan, Beyaz Dizi, E.L.James, Efendi Köle Diyalektiği, erotik roman, erotik-romantik romanlar, Fifty Shades of Grey, Gri'nin Elli Tonu, Hegel, Kontrat, miss steele, Oidupus, perfect family, romantik roman, Sofokles, toys r us
2008 yılının Mart ayından beri bu blogda yazıyorum. Bazen her gün. Bazen ara sıra. Yine de kesintisiz. Bazı yazılar diğerlerine göre çok daha fazla ziyaretçi çekti. Çoğunlukla kısa süreliydi. İlk gün zirveye çıktı. İkinci ve üçüncü gün sabit sayıda kaldı. Dördüncü günden sonra girerek azaldı. Hafta sonunda diğer yazıların yanındaki sıradanlığına erişti.
Yaz ortalarında okuduğum, okurken aldığım keyfi blogda paylaştığım, çünkü kitabın kahramaları nereden bakarsan bak esprili, Gri’nin 50 Tonu üzerine yazdıklarım kadar uzun süreli gündemde kalan ve tıklama rekorları kıran başka bir yazım olmadı. Tanpınar bile…
Kitabın esprilerine örnek olarak hoşuma gidip altını çizdiklerimden bir kaçı:
How could anyone look this good and still be legal?
Nasıl olur da bir insan hem bu kadar güzel hem de yasal olabilir?
Is there a store you go to? Submissive R Us?
Gittiğiniz özel bir mağazanız falan var mı? Kölelik Bizim İşimiz, vs?
(Oyuncakçı Toys R Us’a gönderme)
What is this, hug Ana week?
Bu da nesi, Ana’yı kucaklama haftası mı?
It’s very hard to grow up in a perfect family when you’re not perfect.
Mükemmel olmadığın halde, mükemmel bir ailede büyümek çok zordur.
We aim to please, Miss Steele.
Hedefimiz memnuniyet, Miss Steele.
Tabii ki üzerine konuşuldukça, yuvarlanan bir kar topu misali, daha da konuşulma ihtiyacını kendi içinde doğuran bir durum söz konusu. İnsanoğlu meraklanmaya görsün…
Her konuda olduğu gibi James’in bu üçlemesi üzerine de gerek popüler gerek edebi ortamlarda saflar oluşturuldu. İnsanlar öncelikle ikiye ayrıldılar:
1) Kitabı alıp, okuyup kendi fikrini oluşturanlar.
2) Kitabı okumayıp, etraflarındaki kendi açılarınca güvenilir, hali hazırda alıp okumuş, ardından fikrini beyan etmiş kişilerin fikirlerini benimseyerek kendi çizgisini geliştirenler.
Daha sonra ön yargı ve toplum baskısı, hissedilen sıcaklık seviyeleri devreye girdi. Her iki şıkkın da alt kümeleri oluştu. Kitap erotik sınıflamasına girdiğinden, haliyle gizli saklı su altından yürütülen bir yaşamı açık seçik göz önüne serdiğinden fikir beyan etmek iyice zorlaştı. Hatta kitabı ulo orta metroda giderken, cafede otururken vs okumak neredeyse imkansız hale geldi. Bu yüzdendir ki kitabın e-book formatı en çok satılan kitaplar listesinde ilk sıralarda. Zaten ben de bu üçlemeyi e-book olarak okumuştum.
Ara ara sıkıldığım yerler olsa da, büyük çoğunluğunu eğlenerek, olayları tahmin etsem de, aslında kitap bir klişeler dizisi, merak içinde okuyup bir kaç günde bitirdim. Ardından gündemimi en fazla 1 hafta meşgul etti diyelim. Sonra unuttum. Fransızca baskısının piyasaya çıkışı nedeniyle tekrar hatırladım. Geçen hafta Nouvel Observatoire dergisinde James ile yapılan röportajı okurken çok güldüm. İlk soru şöyle:
– Üçlemenizi tarif eden “Mummy Porn” terimi hakkında ne düşünüyorsunuz?
– Bu terimden nefret ediyorum, kadınlar için had safhada sevimsiz, kadın düşmanı ve aşağılayıcı buluyorum. Sanki anneler aşk ve seks konusunda hiç bir şey bilemezlermiş gibi.
Çocuklarını okula yollayan annenin evde tek başına okuduğu erotik roman anlamında kullanılan “Mummy Porn” kelimesi bu kitapla birlikte Collins sözlüğüne de girmiş. http://www.collinsdictionary.com/dictionary/english/mummy-porn
James, kitabının örnek gösterilen Marquis de Sade’ın eserleriyle ya da daha çok filminden tanıdığımız O’nun Hikayesi’ndeki sado-mazo öykülerle uzaktan yakından ilgisi olmadığını ve klasik bir aşk öyküsü yazdığını savunuyor. Hatta röportajı yapan kişiyle arasında ufak çapta bir çatışma geçmiş. Fransızca bilenler için; Nouvel Obs röportajının tam metni.
Klasik bir aşk öyküsü olduğunda James ile hem fikirim. Daha önce de yazmıştım. Hatta en klasiklerinden… Az biraz Beyaz Dizi ve/veya bir zamanların Türk Sineması kültürü olan her okuyucunun 3 sayfa sonrasında ve hatta üçlemenin en sonunda ne olacağını kolayca tahmin etmesi işten değil. Tek farkla bu öykü günümüzde geçiyor. Ve günümüz insanının kurulu sistemin çarkları arasına sıkışmış, her şeyin kontrolünü, hatta seksten alacağı keyfin kontrolünü bile, sıkı sıkıya elinde tutmaya alışkın yaşantısı tüm canlılığıyla göz önünde. Kendisi bunun farkında olmasa bile.
Peki o zaman neydi bu kitabı diğer beyaz dizi kitaplarından ayrı konumlayan? Dünya çapında 40 milyon adet baskısını sattıran? Sadece bir pazarlama harikası mı?
Çok düşündüm ama bulamadım, ta ki dün France Inter Radyo’sunda Jerome Garcin’in sunduğu Le masque et La Plume adlı kültür sanat programındaki tartışmayı dinleyene kadar. Katılımcılar arasında kitabı beğenenler olduğu gibi yerenler de vardı. Ancak herkes okumuştu. Hatta yer yer alıntılar bile yapıldı. Benim dikkatimi çeken edebiyat eleştirmeni Arnaud Viviant’ın yaptığı müdahele oldu: Bu kitap hem politik, hem felsefi; Hegel’in Köle Efendi Diyalektiği şemasını takip ediyor.
Bu şemada Efendi, kendi gücünün yarattığı rolün tutsağı haline, köleye dönüşür. İdeal çözüm eşitliğin sağlandığı denge noktasını bulabilmektir. James’in romanında da bu soru ilk sayfalardan itibaren okuyucunun aklına, Efendi Grey’in gelecekteki seks kölesi Anastasia’ya imzalatmak istediği kontratı sunmasıyla belli belirsiz yerleşir.
Hegel’in köle efendi şeması daha önce farklı edebiyat eserlerine konu olmuş bir uygulama. Aklıma gelen ve severek okuduğum ilk isimlerden biri post-modern yaklaşımıyla Orhan Pamuk’un Beyaz Kale’si. Tabii bu yazıda, bu kitap dam üstünde saksağan. Yine de ortak noktaları Hegel.
Viviant aynı zamanda James’in, İngiliz olması itibariyle, bedensel cezayı oldukça sık kullanan İngiliz Eğitiminin de bir eleştirisini yaptığından bahsetti ki tüm kitap aslında daha önce de yazdığım gibi bakire bir kızın görmüş geçirmiş bir erkek tarafından eğitilmesi üzerine. Tabii daha sonra, yani üçlemenin ilerleyen ciltlerinde kimin ne eğitimi aldığı tartışılır duruma geliyor. Bunun yanısıra gerilim romanları yapısına uygun olaylar da yok değil. Viviant, James’in İngiliz eğitimine değindiğinin kanıtı olarak iki baş kahraman arasındaki söz konusu kontratta yer alan maddelere işaret etti, yemek arası atıştırmalar yasaktır, düzenli spor yapılmalıdır, vs…, çünkü aksi takdirde kişi obez olur.
Günümüzde kontratlarla yaşıyoruz. Bugün bir kontrata imza atmamış bir kişi gösterebilir misiniz bana? Burada da haklı buldum Viviant’ı doğduğun andan itibaren yaşama karşı bir kontrat imzalamış durumdasın. Yaşamına son vermeyi yasaklayan dini kontratlardan, Hobbes ve Rousseau’nun bahsettiği Toplum Sözleşmelerine daha fiziki hala çoğu yerde belki de eskisinden daha güncel olan Evlilik Akitlerine kadar daha neler var neler. Her şey insanoğlu için…
“Doğmamış olmak en iyisidir. Bundan sonra gelen en iyi ise gün ışığını görür görmez hemen ardından içinden çıktığımız geceye geri dönmektir.” der Sofokles – Oidipus Kolonos’ta adlı piyesinden alınmıştır…