Etiketler
acayip, atay, bireysel komplo teorileri, bu bir oyun mu?, bu oyun şimdi hangi oyun, elime, eric berne, games people play, günlük, hatıralar, hatırlamak, hatırlayamamak, kahve, kayıp eşyalar nasıl bulunamaz, kayıp nedir?, kindle, nasıl kaybedilir, ninni, Oğuz Atay, sızlanıyorum öyleyse varım, tehlikeli oyunlar
Dün sabah erkenden kanepede kahve eşliğinde kitabımı okuyordum, türkçesi bir garip geldi. Böyle dememin anlamı doğrudan ‘Yaw ben okuyorum okuyorum hiç bir şey anlamıyorum’ dur. Bazıları sen garipsin o türkçede bir şey yok dese de onlara çok içten inandığım söylenemez. Çünkü bazen muzurluğum tutar, eh açıkla o zaman bana aydınlat beni şeker derim. Başlar anlatmaya hem de hiç durmadan lafı dolandırır, anlamadığımı söylerim, net ve kısa cevap verilebilecek odaklı sorular sorarım, hikaye anlatmakla cevap verir, tamam derim anladım sen de anlamamışsın ama yiğitliğe kaka sürdürmüyorsun. Bu elimdeki kitapta böyle bir şey olması söz konusu yok çünkü etrafımda okuyan ya da okumaya niyeti olan yok. Kitap nedir? Meraklanan oldu değil mi? Şahsen ben herhangi bir blogda böyle bir yazıya rastlasam ve o kitaptan bahsedilmese acayip huzursuz olur, o blog sahibini bulup kendisine ninni falan söylemeyi düşünebilirim.
Kitap: Hayat denen Oyun. Games People Play, Dr. Eric Berne Kariyer Yayıncılık.
Ben bu kitabı nereden bulup çıkardım?
Oğuz Atay’ın Günlük’ünü okurken. Öyle ki günlüğü yarım bırakıp acilen bu kitabı bulup buluşturdum, sonrasında da Tehlikeli İlişkileri okuyacaktım, hemen onu da aldim, zaten Tutunamayanlar’ı okuyup Atay’a hayran kalmıştım, böylelikle yazarın bir eserini yazarken yararlandığını söylediği kitabı okuyarak, beyninde kurmuş olduğu bağlantılardan bir kısmını çözebilir, belki bir yöntem çıkarabilir ve onu da kendimde uygulayabilirdim. Aslında yazar beyin bağlantılarının bir kısmını Günlük’ünde paylaşmış ama önemli olan ya da benim arayışım diyelim onun farkına varmadıklarını bulup çıkarmaktı. Bu olaylar en az 1 sene önce oldu. Hayat denen Oyun’u elime aldım ve rafa koydum. Koyuş o koyuş ta geçen haftaya kadar.
Neden geçen hafta?
Bildiğiniz gibi atölye zamanı geldi. Uyuşukluktan kurtulup yazmak lazım. Kışı kapatırken yazın yazarım demiştim. Yaz bitti tüm yazdıklarım, yazımı halen devam eden romanıma katkım anlamında, iki paragrafı geçmez, halbuki atölyeye düzenli bir çalışma sunmak lazım, özellikle ilk derse bir şeyler yetiştirmek lazım. İki paragraf olmaz. Bir yandan da hem romanda hem de yaş kemale erince gerçek hayatta insan ilişkileri biraz çatışmaya girdi, yazar kabuğuna çekildi, dolayısıyla kahraman da… Fakat biz o kabuğuna çekilme durumlarını geçen sene yazmıştık, bu sene biraz lay lay lom, gezelim, gülelim, eğlenelim, sosyalleşelim kısımları yazılacak ve fakat yazar yani ben oralı bile değilim.
Elimdeki kitap bitip de hangisine-başlayayım’ı düşündüğüm sıralardı bu Hayat denen Oyun geldi aklıma, aslında Games People Play daha anlamlı tabiii benim de kişiden yola çıktığım varsayılırsa… Dedim ki bir bakayım neymiş bu oynadıklarımız hem bana hem de kahramanıma faydalı olabilir. Dedim ya sonuçta Atay’a da olmuş, benim neyim eksik ayol deyip aldım elime, başladım okumaya. Giriş harika yalnız gelişmeye geçince bağlantılar yavaş yavaş kopmaya başladı. Bazen bu mahsustan yapılır. Okuyucunun kopuk bilgileri zihninde depo etmesi istenir, kitabın belirli bir yerine geldikten sonra bağlantılar kurulur. Ben de bekledim. Yarısına geldim tık yok. Her bir bilgi spagetti çubuğu ise elimde bir paket birikti bile, halbuki ben tagliatelle yumağı peşindeyim. Dün sabah artık, kitabın yarısını da geçmişken, bu spagetti durumunun bir anda 5 paket gibi çoğalacağı ve asla bağlantı kurulamayacağı gibi bir umutsuzluk mideme çöktü, oturdu. Kalktım internetin başına geçtim kitabın ingilizcesini amazon’dan arattım. Buldum. Fikir beyan eden herkes beni çatlatırcasına kitabın mükemmelliği üzerine hem fikir olmuş, potansiyalin farkındayım o kadar da demedik fakat bir türlü ara bağlantıları kurup bütününe hakim olamıyorum içimden psikiyatriyle zerre alakam yok o yüzden midir şeklinde geçirip duruyorum tam tutunacak, gururumu ayaklar altından çekip alacak bir dal bulduğumda o da çat diye kırılıp un ufak oluyor, üstelik yorum bırakanların çoğu popüler okuyucular.
Sonra bir yerde Eric Berne’nin bir söyleşisine rastladım, diyor ki bu kitabı ben meslekten arkadaşlara yönelik yazdım, psikanaliz çözümlemeler, ama özellikle de yazarlar olmak üzere bir çok meslek dışı kişinin elinde best seller oldu. Yani daha ne anlatayım dün sabah bayağı bir kötüydüm. Amazon’un şöyle bir iyiliği var, kindle’ın varsa eğer ve aradığın kitabın e formatı bulunuyorsa tıklıyorsun sana kitabın 10-15 sayfalık bir ekstresini bedava olarak gönderiyor, beğenirsen tamam ben bunu okurum yaw dersen satın alıyorsun. Ben de öyle yaptım. Ne olsa tek umudum çevirisinin kötü ya da bana uygun olmadığını kendime ispat etmek. Ve dolayısıyla ana dilinden memnun mesut okumaya devam etmek. En nihayetinde Atay da ana dilinden okumuş, o yıllarda zaten türkçe çevirisi yokmuş, istese de okuyamazmış.
Sonra haliyle bilgisayarın başından kalktım, çantama gittim, kindle’ı alacağım ve ekstremi okuyacağım. Kindle çantada yok. Nasıl olabilir? Olabilir. Ağırlık yapmasın diye çıkarmış olabilirim. Ne olsa bu düşünce ve akabindeki gerekli hareketi kindle’a sahip olduğum günden beri hep yapıyorum. Son bir haftada yaptığımı zannetmiyordum ama ne olur ne olmaz dedim belki refleks sonucudur. Evde olabilecek her yeri aradım yok. Masa üzerleri, altları, çekmece içleri, altları, mobilya yanları, koltuk kanepe altları, içleri, mutfak dolapları, spor çantam vs… yok, yok. Beyin hatırlayamadı. Hatırlayamadığı gibi zaman geçtikçe de daha beter karıştı. Dedim dur bak bir kahve yapalım ve oturup düşünelim en son ne zaman elimizdeydi?
Geçen perşembe cafe nero ofiste bir arkadaşımla buluştum ve kindle’ı çıkarıp onun okumak istediği bir kitabın ben de var olduğunu ve nasıl sahip olunacağını gösterdim. Oradan beraber çıktık o evine ben ckm’deki d&r’a gittim. Aradığım kitap, Bayan Jean Brodie’nin Sonbahar’ı yoktu onun yerine bir iki dergi aldım, Sabit Fikir ve Milliyet Sanat, hafta sonu Bienal’e gitme gibi bir niyetim var, eve yollandım. Yolda markete uğradım mı uğramadım mı hatırlamıyorum. Cuma evden çıkmadım. Akşama kitap toplantımız var, David Lodge’un Düşünce Balonları’nı bitirdim, üzerine tartışacağız. Cumartesi bir hastane işi akabinde ev. Pazar dediğim gibi Bienal, Pazartesi Nişantaşı bir banka işi ve bir arkadaşımla Remzi Kitabevi’nin in cin top oynayan kafesinde sohbet, öyle ıssız ki bir çay içmek için bile neredeyse aşağı inip birilerini çağırmak lazım ki çayı demlesin, ekonomi ve/veya diyet yapmak isteyenlere şiddetle tavsiye ediyorum. Salı yine bir hastane işi, Fulya’ya boşu boşuna gidilmiş bir seyahat, randevu iptal olmuş, haberim olmamış, kabahat benim haliyle sesim çıkmadı, sonrasında ev, ev derken yine dizi seyrediyorum, belirteyim. Mad Men’i tamamen bitirdim. Yeni sezon bekleniyor. Şu an V, Visitors ve Fringe’e takmış durumdayım. Derken çarşamba sabahı yani dün sabah, kindle’ı kaybettiğimin farkına vardığım o kara çarşamba. Dün gibi yakın, 2023 gibi uzak.
Beyin dediğin, ya da insan beyni diyelim, nedir ki geçtiğimiz bir haftayı bile dakikası dakikasına hatırlayamadıktan sonra? Yani işlevi insan bedenini canlı tutmak üzere bir sürü organı sırası usulünce karmaşık bir metod yoluyla işletmek midir? Bu mudur olay? Eğer buysa merak etme çok yakında yerine bir domuz beynini koyarak insanoğlunu canlı tutmayı başarırlar. Bundan böyle beyin ölümü gerçekleşince fişler çekilmez. Kendini o kadar da önemli görme diyorum. Böyle hatırlayamayacağını bilsem sana güvenir miyim? Alırım elime bir kalem kağıt, hatta ona bile gerek yok, Düşünce Balonları’nı okurken öğrendim, ses kayıt cihazı ve bu kaydı otomatik yazıya döken akıllı bir yazılım. Tabii başta yazılımı eğitmen gerekiyor ama bir günlük bir işmiş. Sana ne gerek var o zaman? Bak şimdi geçen perşembeden bu yanaki kayıtları açmış ve kindle’ı ne halt ettiğimi öğrenmiştim.
Hatırlayamadığını kabul edip otursa yine içim yanmayacak ama bu sefer de yiğitliğe kaka sürdürmeyecek ya çirkefliğe vurup komplo teorileri üretmeye çalışıyor. Çaldırdın, çaldılar, unuttun başkası aldı haber vermiyorlar bak telefon açıyorsun yok bulamadık diyorlar, olsa burada olurdu diyorlar bunların hepsi yalan. Kandırılıyorsun. Hayır geçen sefer ajandamı kaybettiğimde de yine aynı komplo teorilerini bana çıkarmış olmasa bu sefer inanacağım. Eskileri okumamış olanlar için ajanda bir kaç hafta sonra evde bulundu. Gecen haftayı saniyesi saniyesine bir türlü hatırlayamıyorum, o da, yani beyin işte, o da hatırlayamıyor. Hadi ben kararsızım dolayısıyla bir işi bin kere bir öyle bir böyle yapıyorum.
Açıklaması: Bir yere gideceğim diyelim, ya da evden dışarı adım atacağım yanımdan kitabımı eksik etmiyorum, bir iki saniye boş kalır da sıkılırsam okuyacak bir şeyler muhakkak olsun hesabı, diyelim araba, bindiğin otobüs, metrobüs, uçak vs bozuldu beklemek zorunda kaldın yanında okuyacak hiç bir şey yok ve civarda satın alabileceğin bir şey de yok, ne olacak, dolayısıyla okunan kitabın ağırlık yaptığı durumlarda kindle’ım içinde 169 kitap seçeneğiyle, daha fazla da alır ama benimkinde bu sayıda, can kurtarıcı. Bazen yine de ağır olacak ve gereksinmem olmayacak evde kalsın düşüncesiyle tam kapıdan çıkarken ya da tuvalette ya da evin başka her hangi bir yerinde ya da bazen arabada çantadan çıkarıveriyorum, iki saniye sonra vazgeçip yeniden içine atıyorum, sonra yine karar değiştirip dışarı çıkarıp bir kenara koyuyorum. Bunu gün içinde defalarca ve günlerce yaptığımda hangi gün en son neye karar verip de çantamda mı yoksa evde/arabada bir yerde mi bıraktığımı hatırlayamıyorum. Gelelim geçen haftaya bu kararsızlık düşünce modunu hatırlamaya çalıştığım sırada öğrendiklerime, jeton düştü derler ya aynen öyle oldu. Benim hatırlayamamam normal, yüzeyselim, derinlik yok, anlık yaşarım, yine de birileri sizi inandırsın bu geçmişime sahip olması, gelecek için belirli stratejiler üretmesi gereken beyinden daha iyiyim. Anladım ki bu beyin her düşünce modunu, sonucu ne olursa olsun, ister gerçekleştirmiş olayım, ister düşünce bazında kalsın kaydediyor ve kendine gerçek kabul ediyor. Ulan gerçekleri düşünceden ayırmakta zorluk çeken bir organ aptal değil de nedir? Akılllı olmanın ilk şartı değil midir gerçekleri sahtelerinden ayırmak? Bu yüzden henüz gelişmemiş beyinleri olan çocukları kandırmak kolay değil midir? İki kararsızlık gösterdik, biraz fazla düşündük diye bulantılara sürüklenen, kendini akıllı zanneden beyin, titre ve kendine gel yoksa domuz beyniyle değiştirteceğim seni.
Not: Kindle’ım olmadan yaşayamam. Neredeysen çık ortaya. Ses ver.
Fotoğraf: Paris, Conciergerie’de Mayıs 2013 tarihinde gezilmiş bir sergiden…