Ne olduğumu bile anlayamadan apar topar hava alanına götürüldüm. Kendi rızam dışında sanılmasın. Söylemek istediğim bir türlü toparlanamadığımdan, kararsızlığımdan. Zaten biletim son dakikada gruba eklendi. Gitsem mi? Gitmesem mi? Bir kaç günlüğüne değer mi? Değmez mi? Aman canım zaten hiç görmediğim yerler değil ki? Havalar da pek numune (eski anneanne tabiri). Taş, toprak ve zeytinlik, Ege dediğin nedir ki? Yem fabrikaları arasında sıkışıp kalmış bir küçük toz ve sivrisinek diyarı. İşte böyle söylenirken bir de baktım ki evden çıkma zamanı geldi daha ne bavul yapmışım ne mayomun yerini bulmuşum ne çamaşır yıkamışım… Hadi hepsini birden yapayım derken, o arada bir anda yaka paça evden dışarı tekmelendim. Artık yanıma ne aldıysam…
Uçak yolculuğunu özlemişim. Stres olmayı, her zamanki düşecek miyiz yoksa düşmeyecek miyiz şakalarını… Yeni bir yöntem buldum kendime: uçakta kulaklarımı patlatırcasına müzik dinlersem eğer, hava boşluklarına düşüp çıkmaları takmıyorum. Hem elimdeki kitaba da daha iyi yoğunlaşabiliyorum, gerçi bu durumu biraz garip buldum ama gerçek.
Bu arada önemli bir gözlem: Pilot başarıyla alana indikten sonra kimse alkışlamıyor. En son pilot alkışını gördüğümde Air France ile Lyon hava alanından kalkarak Baleares Adalarının en büyüğü olan Majorca adası hava alanına inmiştim. Harikaydı. Ne lanet millet olduk biz yahu. Ananelerimizi kaybediyoruz. Çok hayıflandım. Kulaklarım öylesine alışmış alkış seslerine. Haykırasım geldi…
Belirtmeyi unuttum öyle apar topar evden çıktık ama yine de erken varmışız hava alanına. Aç açına. En kötü fenasıdır, yolculuğa boş mideyle çıkmak. Hava alanlarında (liman demeye bir türlü dilim varmıyor) hem seçenek azdır hem fiyatlar iki katıdır. Yesen bir türlü oturur mideye yemesen başka türlü.
Fakat o da ne? Sabiha Gökçen Hava limanına Arby’s açılmış. Hani şu kıvırcık patatesleri olan. Kimsenin daha iyi kıvıramadığı patatesler. Bir güzel doyurduk karnımızı ve zamanı gelince Anadolu Jetimize kurulduk. Uçaklar eski mi eski… Tren yolculuğuna benzer bir seyahatten sonra Milas Bodrum hava alanına indik. ALKIŞSIZ.
Artık uçakta sadece çay değil kahve de var. Hem de bedava. Yanında bir de beyaz peynirli sandviç. Binmeden Arby’s leri mideye indirmiş olarak hiç bir şey yiyemeyeceğimizi düşünenler çok yanıldılar. İkramların tümünü yedikten, kimisini de cebe sokuşturduktan sonra tok karınlarla aşağı indik. Biraz spor olacak diyordum ki… hava limanı oldukça küçücükmüş evin kapısında taksiden iner gibi oldu. 2 dakika içerisinde dış kapıdan çıktık.
Biz inene kadar hava kararmış tabii. Ta Didim’e kadar önümüzde oldukça uzun bir yol var. Otelden transfer istemektense araba kiralamak gibi harika bir fikir doğduydu. Kimden bilemedim şimdi ama arabamız kapıda hazırdı. Burası öyle Atatürk Hava limanı gibi olmadığında kapı önüne park etmek, polissel müdahelelere kapı açmıyor. Akustik rent a car. Acayip tavsiye ederim. Full otomatik pırıl pırıl bir Hyundai günlük 70 lira. Üstelik teslimat için ayağımıza kadar geldiler. Çıkış kapısında karşılandık. Bir kırmızı halı eksikti.
Uzatmayayım arabanın kapısını açtım oturdum ve eyvah dedim.
Teslimat adamı telaşlandı. Ne oldu bir sorun mu var?
Yani, dedim. Daha ne olsun? Bu otomatik vites.
O güleç yüzlü teslimat adamının bir anda silueti karardı, geceyle bir oldu. Bir yanlışlık mı var hanım efendi?
Yooo, büyük ihtimal yanlışlık yoktur. Yani sizin açınızdan… gibisinden hiç bir anlam çıkmayan sözler sarf ettikten ve adamın karanlığının hala geçmediğini yüz ifadesinden tespit ettikten sonra beni bir düşüncedir aldı.
Ne olacak şimdi? Daha önce C.İ’den biliyorum ki, ilk defa otomatik vitese geçilince ani frenler ani gazlar yapılıp duruluyor. Frene iki ayakla birden basmak da cabası. Hava kap karanlık olmuş. Bafa Gölü yolu malum viraj dolu ve ıssız sessiz. Ayrıca bu mevsimde bitmek tükenmek bilmez yol tadilatları da başlamıştır. Aldı mı beni bir korku. Gözlerim büyüdü, teslimat adamının da benimle birlikte. Görüyorum ki eleman ıkına sıkıla hanımefendi diyor, rezervasyon bu şekilde yapılmış. Benim bir kabahatim yok, basit bir teslimat adamıyım dercesine…
Tamam, dedim. Zaten kızacak halim de yok ya… Rent a Car firması Akustik ile araba rezervasyonunu yapan annem arasındaki olay tahminimce şöyle geçmiştir:
Annem açmıştır telefonu, kızlarım ve torunum geliyor bir araba lütfen demiştir.
Full otomatik olsun mu?
Ne farkı var evladım?
Vallahi teyzecim bu otomatikler çok rahat.
O zaman en rahatından olsun oğlum, aman ha…
Nereden bilsin ki kızı hayatında hiç otomatik vites kullanmadı ve acayip tırsıyor…
Uzatmanın lüzumu yok, başa gelen çekilir. Peki dedim önemi yok, sen şimdi bana anlat bu nasıl kullanılır, otomatik vites ne işe yarar, vs?
İçi biraz olsun rahatlayan teslimat adamı başladı göstermeye. Önce farlardan, sileceklerden başladı. Bakın her şey aynı, endişelenmeye gerek yok. Sinyalleriniz de keza.
Bu sunumunu çok takdir ettim. Gayet pedagojik bir yaklaşım önce bilindik ve kolay şeylerden başlamak. Ama… bir ama gelecek biliyorum ve sakin sakin bekliyorum. En son göstergelere de dikkat çektikten sonra sıra vites kutusuna geldi.
Uçak vites kutusu benzeri, gerçi ne bilirim ki, pilot kabininde uçmuşluğum 2-3 yaşlarıma dayanır ki o zamanın uçakları şimdikiler gibi değildi. Yoksa hafızamda bir sorun yok tabii. Neysem yine uzatmayayım. Filmlerden gördüğüm kadarıyla öyle değişik bir şey. N, D, P, R gibi bir takım doğal sayılar, reel sayılar, ondalıklar misali matematiksel terimler var. Biliyordum zaten, otomatik vites sahibi olmak için matematik kuvveti ve zekası lazım. Halbuki ben bilek gücüne alışkınım. Sarılırsın sağ ele, anında hız kesersin felan filan. Bir de cakası vardır. Şöyle havadan başını geri atarak bir kaldırırsın kolunu. Motorun sesini dinlersin en ufak bir tonalite farkında bir cümle evvel tarif edilen o cakalı hareketi çekerek vitesi uygun yerine takarsın. Övünürsün kulağınla. Tam yol ortasındayken bir dakika susun bakayım bir garip ses geliyor dersin. Herkes susar dinler. Yok ya sana öyle geliyor değişik birşey yok derler. Sen inanmazsın şişt bozmayın bakayım, mutlak sessizlik olsun. Bir iki saniye sonra tamam ya oldu bak. Pencereye sinek sıkışmış, dışarda kalan kanadı cama çarptıkça pıt pıt ses geliyor. Aralayın bakayım şu camı birazcık da kurtulsun zavallı. Hem sonra iki de bir de cam açıp durmayın bakayım. Konsantrasyonumu bozuyorsunuz diye bir de çatarsın. Yolcular vay be derler içlerinden. Hatta bu vites takma konusunda meşhur atasözleri bile vardır. Her seferinde aklına gelir gülümsersin.
Araba dururken ve çalıştırırken vites P’de olacak.
Kolaymış. Park’ın P’si.
Geri giderken R’ye alacaksınız.
Rewind gibi yani değil mi?
Cevap yok.
N harfi boşta.
Nötr’ün N’si. O da kolay. Takmaz bana hiçbir şey gibisinden.
Yine cevap yok.
İleri giderken D olacak.
Düz’ün D’si. Bu da oldu. Kolaymış.
Sakın sol ayağınızı kullanmayın.
O nasıl olacak? Keşke şu koltuğun altına ufak bir zincir ve kelepçe yapsalardı bari. Sizce de iyi fikir değil mi?
Cevap yok. Ancak teslimat adamının yüzünde morarmaya yakın değişmeler var.
Peki bu D ile kaça kadar gidebilirim? 2’ye ne zaman geçeceğim?
Hep D ile gideceksiniz.
Nasıl yani? Gerçi ben hızlı gitmem. En fazla 130-140. Ama yine de bileyim insanlık hali… Şu D harfi kaça kadar çıkar?
Bu sözüm konuşmaya tuz biber ekti. Teslimat adamının neredeyse elleri titremeye başladı.
Aman hanımefendi hız sınırı zaten 110 siz ne yapıyorsunuz?
Yani otobanda giderken falan diyorum.
Bu civarda otoban yok ki…
Peki şu 2 sayısı ve L harfi nedir?
Sizin onlarla işiniz olmaz. Sakın ellemeyin.
Nasıl yani ya?
Sadece D’de gidin.
Tamam D’de gideyim de, oldu ki fazla hızlı gittim ve motoru yordum ve yaktım. Ne olacak sonra?
Yok olmaz öyle bir şey, siz merak etmeyin. Aman dikkatli olun. Şu size verdiğim kağıdı verir misiniz?
Meraklı gözlerle kendisine bakarak kağıdı geri verdim.
Bakın cep telefonumu buraya yazıyorum. Allah korusun bir kaza falan yaparsanız ÖNCE beni arayın. Ya da önce acili ya da trafiği vs arasanız da sonra hemen BENİ arayın…
Net bir şekilde görüyorum ki teslimat adamının eli eteği tutuştu. Hani neredeyse arabayı vermekten vazgeçecek…
Neysem allem ettim kallem ettim, teslimat adamını elimden geldiğince yatıştırdım. Bu arada bizimkiler gülmekten kriz geçiriyorlar. Ardından 2 sayısının arabada ağır yük varsa ve L’nin de yavaş gidilmek gerekirse kullanılacağını öğrendim. Artık doğru yanlış bilemiyorum ama konuyu fazla uzatmadan arabayı aldık ve yola çıktık. Teslimat adamı, biz ilerideki sapaktan dönene kadar arkamızdan bakakaldı. Yine de adamcağızın hakkını yemeyeyim; 4 günlük kira süresince aynen dediği gibi 2 ve L’ye hiç işim düşmedi.