Boşaltıp bir türlü ofis haline getiremediğim, 3 metre kareden daha büyük olmayan ve içinde bir bazalı yatak, iki büyük uzun, bir büyük kısa İkea kitaplığı, bir dikdörtgen tahta masa, bir masa üstü bilgisayar, masa altında duran dergi balyaları, bir beşli siyah çekmece mobilyası, telli ve bana oldukça pahalıya patlamış, yazın günü kullanmadığım için sinir olduğum ama kış gelince bağrıma basacağımı adım gibi bildiğim için bir anlık bunalım sonucu kapının önüne koyamadığım telli çamaşır kurutma sistemi, kedi taşıma kutusu, her boyda ve renkte çeşitli İkea kutuları, bir gömme raflar dizisi, çünkü mimar odanın o köşesini garip bir dikdörtgen delikle çeşnilendirmiş, arka odada oturmuş ilham gelmesini beklemeden yazıyorum. Ben başlayınca çok muhteşem olmasa da dişe dokunur bir şeyler geliyor sanırım. Ya da bu benim kuruntum, kim bilir? En azından dün Çekirdek’le konuştuğumuz gibi sabah kalktım, yüzümü yıkadım diye başlamıyorum şu günlüğe ama devamında yazabilirim.
Sabah kalktım, yüzümü yıkadım, Kiki yatağında… Belki bu arka odanın fotoğrafını çekerim belki çekmem. Spor’a gidecektim, büyük ihtimal gitmem. Bezelye pişirecektim sanırım pişirmem. Elimdeki kitabı bugün yarılamayı düşünüyordum, yapmam. Kedileri veterinere götürecektim götürmem. Bu ruh durumuyla daha nereye kadar giderim bilmem. Dün gece ani tatil planları ortaya çıktı… İstanbul çok sıcak. Kiki kampta su çiçeği çıkarmış, her tarafı yara bere içinde. Yazmayı durdurdum. Yukarıda saydığım kitaplıklardan birinin alt katlarındaki Çizgi Romanlar’a bakıp durdum. En çok Marsupilami var. Tanımayanlara kaçırılmayacak fırsat; bu aralar Taksim’deki Fransız Kültür’de Marsupilami sergisi var. Spirou da yanında hediyesi. Aklımdan bir macerasını açıp içine girmek ve yaz bitene kadar orada kalmak geçiyor. Ormandan çok sıkılırsam yanda duran Titeuf’ler var oraya atlarım. Olmadı bir üst rafta klasik nostaljik Asterix, Tenten, son zamanların, son dediysem en az 5 sene var ki yeni çizgi roman almadık(m), favorisi Les Blondes’ların (Sarışınlar) dünyası beni bekliyor .
Dışarıda köpek havladı. Sustu. Karşı apartmanın sarılı beyazlı kedisi balkonda kalmış. Cam içinde oturup içeri alınmayı sabırla bekliyor. Gerçi camlara bakıyorum da… sımsıkı kapalı perdeler, jaluziler sonuna kadar indirilmiş, aralıksız, sızıntısız, içerisi ışık girmemecesine karanlık olmalı, sanki bazı yarı ışıklı karanlıklar varmış iması yapan bir deyiş… Bu kedi tüm yazı bu balkonda geçirir mi? Hiç hayat yok. Balkonda yan yatırılmış beyaz bir iç kapı duruyor. Üst tarafta boyası soyulmuş. Bu kedi acaba onların kedisi mi? İlk defa görüyorum. Yan yatan kapının biraz uzağında lacivert plastikten, bu renkteni hiç görmemiştim, tabure… Üstü delik delik olanlardan hani oturunca terletmesin, havadar olsun hesabı. Aniden hatırladım orada yaşlı bir adam var o taburenin üzerine tüneyip sigara içer. Çok içiyor olmalı. İçerken bana bakar. Benim masanın bir geniş kenarı cama dayalı. Camı aralık bırakır, rüzgardan kapanmasın diye içinde kalemlerimin ve zarf açacağımın, her ne kadar mektupları yani faturaları bu dönemde kim mektup yazacak, zarflarını yırtarak açsam da, durduğu iki kenarı kulplu metal rengi saksıyı araya sıkıştırırım. Bazen ben yokken yağmur bastırır, o kalemler çamur olur. İçini çöpe boşaltır yerlerine yeni kalemler alırım. Genelde kalem kullanmam ama alırım. Zarf açacağını yıkayarak çamurunu akıtır yeniden iki kenarı kulplu metal saksıya yerleştiririm.
Fotoğraf Louvre müzesinden. Neyin nesi olduğunu hatırlayamıyorum. Louvre’un tarihçesinin sergilendiği salonda beğenip çekmişim. Bir zamanlarki bir dış duvar süsü olmasından acayip şüpheleniyorum. Nedense bu yazıya çok uygun buldum. Değil mi yoksa? Son eksi iki ve üç adını verdiğim bir dosyaya kaydetmişim. Kimbilir aklımdan neler geçti? Pek anımsayamadım.
A-ha kedi kayboldu. Nereye gitti ki? Camlar da açılmamış.