> Dün neredeyse bütün günümü dışarıda geçirdim. Yurt dışında yaşayan eski bir arkadaşım bir müddettir İstanbul’daydı ve ben hala onunla görüşememiş olmanın suçluluğunu duymaktaydım. Dolayısıyla beni bekleyen tüm işlerimi bir kenara bıraktım ve dün en nihayetinde buluştuk. Gerçi onunda yapılacak bir sürü işi varmış. Ufak tefek şeyler ama koşturduk durduk. Ben de bu arada farklı fotograflar çekme fırsatı yakaladım.

İstanbul Avrupa yakasını Asya’ya bağlayan Metrobüs bazı zamanlarda gerçekten hayat kurtarıyor. Bilmeyenler için biraz karışık olabilir. Çoğu yerde tabelalar neredeyse bir A4 kağıdı boyutunda. Merdivenlerden çıkınca biraz bakınıp, aramak lazım. Sonra daima kalabalık. Sanki bütün İstanbul’un senelerdir bunu beklermiş gibi bir havası var. Bunlar bazıları için eksi olabilecek tarafları. Ama bir de işin olumlu tarafından bakarsak, dün ben Göztepe tren istasyonundan Metrobüs zincirine başladım ve yarım saat sonra Osmanbey metro durağının yürüyen merdivenlerinden çıkmaktaydım. Bundan iyisi daha ne olabilir? Çok abarttım galiba:)) Ama günde en az 3-4 saatini trafikte kaybetmeye alışkın biri olarak çok iyi bir sürpriz oldu. Yanıma almış olduğum kitabı açamadım bile..

Sonraki durağımız Taksim’di. Oradan Beyoğlu’na indik. Galatasaray hamamının sokağında Yağmur Kızılok’un fotograf sergisine baktık. Arkadaşım bir kaç gece önce açılışına gidebildiği için girmemizle çıkmamız bir oldu. Kızılok’un siyah beyaz çalışmalarından 2 tanesini çok beğendim. Diğerlerini inceleme fırsatım olamadı. İlk boş zamanımda yeniden gideceğim. O taraflara yolunuz düşerse uğramadan geçmeyin. Ayrıca Hamamın sokağı ilerde Çukurcuma’ya bağlanıyor. Ve o yol üzerinde ilginç dükkanlar var. Daha sonra zaten bilindiği gibi antikacılar başlıyor.

Arada kuaföre uğramayı da ihmal etmedik. Nişantaşı’na geri döndük. Eğer bir gün gelirde 7 dakikada mükemmel düz fön çekebilecek beceride birine ihtiyacınız olursa, unutmayın Amerikan Hastanesinin sokağındaki Kemal. Üstüne yok.
Sonra günü Akaretler’deki yeni restore edilen Beşiktaş evlerinin aralarında yapılan Moda Festivaline katılarak bitirdik. Festivali pek kendi zevkime göre bulmadım. Bir kere pahalı butiklerden giyinmek alışkanlığım yoktur. Çok snob geldi. Hatta bazı gençlerin durumuna bakarak Moliere’in bir zamanların varlıklı insanlarının kendilerini komik derecelere kadar düşüren yapay kibarlıkları ile alay ettiği “Precieuses Ridicules” adlı tiyatro eserini de anımsamadım değil. Bizde Gülünç Kibarlar olarak çevrilmiş.
Biz arkadaşımla Pasta Rito’nun dışarıya açmış olduğu stand’da nefis şeyler yedik. Şarap, kahve içtik. Olur da yolunuz düşerse deneyin derim. Ayşe hanımı sorun, benden selam söyleyin.
Bu arada bu restore edilen evleri ben ezelden beri çok severim. İstanbul’da bir de Laleli’deki eski Tayyare Evleri vardır. Küçüklüğümden beri en büyük hayallerimden biri bunlardan birinde oturabilmekti. Üstelik o zamanlar çok da berbat durumdaydılar. Şimdi bu tip evlerin ticari amaçlarla kullanılması beni çok üzüyor. Gerçi alabilecek paran var mı deseniz ona da yok diyeceğim. Ama olsaydı kesin bunlardan birinde ölüp gitmek isterdim…