Etiketler

Bizim buralarda 4 katlı cüce bir apartman var. Dahası vardı. Cüceydi çünkü neredeyse 35 seneye yaklaşan bizimkisi bile 6 katlı. Arazisi öyle yakınımdaki salon pencerelerinden ve kapalı balkondan, niye kapalıysa kendimi hapishane parmaklıkları arkasında hissetmeme yol açmaktan başka bir işe yaramıyor, ha bir de unutmadan güneş doğduğunda batana kadar doğal sera etkisi yaparak çiçekleri, bitkileri coşturuyor, üstüne florayla yetinmeyip ne kadar börtü böcek cinsinden fauna varsa onları da azdırıyor, dışarıya baktığımda rahatça gözlemleyebiliyorum.

Bir kaç ay önce yıkıp yerine yenisini yapmak üzere yerel bir marka müteahhit ile anlaştılar. Hemen, dil alışkanlığı tahta perdeler diyecektim, demir perdeler çekildi, içeride hummalı bir çalışma başladı. Bir merak bende, sormayın gitsin. Üst katları görebiliyorum ama bahçede neler geçiyor, ne kuşlar uçuyor haberim yok. Sanki olsa ne yapacaksam. Merak işte…

Gel zaman git zaman birileri girdi çıktı. Sonra boy, boy, sıra sıra motorlu-motorsuz taşıyıcılar geldi. Araba, kamyon, el arabası, kamyonet, at arabası, üç tekerlekli önünde arabası olan bisiklet, hatta bir gün market alışveriş arabası. Evin tüm içini götürdüler.

Önce binayı boşaltanların ardından kalan kağıt, karton, gazete, dergi, kitap parçaları, kırık gözlükler, bardaklar, maşrapalar, bir hamam tası, fotoğraflar, eskimiş contalar, içilmiş şişeler, bir kırık ayna, iki bigudi, kopuk cd parçaları, lekeli külotlar, çocuk bezi, pazar çantası cinsinden bir-canlı-varlık-geçti-buralardan izlenimi yaratan ne kadar eşya varsa bu gelen taşıt araçlarıyla dışarı taşındı. Ardından sıra kapı pencere camlarına, pervazlarına geldi. Sonra sıhhi ve elektrik tesisatları söküldü. Sarımtrak banyolar, tuvaletler, mutfak tezgahları, bataryalar, borular, renkli bantlarla yamanmış teller, sigortalar, birer birer kapıda bekleyenlere gitti. Bir kaç kara kuru oğlan çocuğu peydahlandı, yerlere düşen çivileri süpürüp aldılar. Sonra fayanslar, yer taşları, mermerleri söküldü. Hepsi ama hepsini bir alan çıktı. Binayı en son kırmızı kiremitlerle dam tahtaları terk etti. Meşakkatli bir süreçti. Tüm diğer homologları gibi eninde sonunda bitti.

Geçenlerde bir sabah derinden tok gelen güm sesleriyle uyandım. Binanın olmayan damında iki Herkül, biri kuzeye diğeri güneye yerleşmiş ellerinde balyoz, geriye kalan delikli uzun dikdörtgeni yıkmaya başlamışlar. 3-balyoz-darbesi-bir-somun-betonun-kopup-düşmesi hızında bir yıkım. Böyle giderse yaza ancak yerle bir olur bu bina dediğimi hatırlıyorum.

Bu sabah önlerinden geçerken baktım demir perdeler aralanmış, evinden neden bakmadın denirse diye gereksiz bir açıklama yapayım, bundan böyle daha da detaycı oldum, gerçi bundan böylenin neye denk geldiğinden hiç bir fikrim yok ama ahval-i durum bu, son bir kaç gündür kendi alemimdeyim, öylesine dalmışım bkz. bloga bile yazamadım, kafamı içeriye uzatıverdim ve koskoca binanın koskoca moloz dağıyla yer değiştirdiğini gördüm. Hani neredeyse uyuyan güzel olduğuma inanasım geldi. O iki Herkül’e biraz daha iyi ve yakından bakmadığıma hayıflandım.

Ve heyhat, aklıma bu molozların ne olacağı düştü. Ne işe yarayacaktı ki bunlar, çatlak doldurmaktan başka? Binanın tüm diğer unsurlarının kapış kapış gittiği, demir perde önünde kuyrukların oluştuğu günlerin aksine moloz dağı için heyecan yapan kimse yoktu. Etrafta çatlak da görünmüyordu.

Keşke dedim depremden sonra oluşan yeryüzündeki tüm çatlakları işte bu molozlarla doldurup sıkı sıkıya mıhlayabilsek… Ne kadar yarık varsa yamasak ve bir daha açılmasa. Ama yok olmaz. Dipte magma oldukça ve bu magma soğuyup daraldıkça yeryüzünün bu kor yuvasına bol gelen katmanları da birer birer çatlayıp kırılıyor, yer değiştiriyor, yani herhalde öyle oluyordur, aynı canlılar gibi içerideki ateş söndükçe dış kabuk buruşup kırışıp çöküyor, ya da suyunu kaybederek çeken elma misali… Ya bu arada aklıma geldi eğer magma soğudukça daralıyorsa ki fizik kanunlarına göre öyleydi değil mi, yer kabuğu da işte bu yüzden çöküyorsa belki de biz, evrenin içinde big bang patlamasıyla ileriye doğru değil, geri geri sona yaklaşarak tam gaz gidiyoruz, bu qune teorisinin makro kısmıydı, ve o yüzden de bireysel bazda, bu da qune teorisi mikro kısmı, hayat ölümle sonuçlanıyor. Olamaz mı yani?

Neyse diyeceğim bu değildi, yine aklım bulandı. Madem diyorum tüm bu çatlakları doldursak da yer kabuğu yine çatlayacak ve hatta çatlamalı ki dışarı fırlayan gazlar, içinde nefes aldığımız atmosferi oluştursun, o zaman hani ameliyat sonrası karın ve/veya göğüs kafesi içinde birikenlerin dışarıya akması için konan diren gibi bir şey yapılsa, yani magmanın göbeğine doğru boru gibi bir boruyla inilse, irin neyin misali akıntı cinsinden ne varsa dışarıya püskürtme, fışkırtma şeklinde değil de süt içmiş bülbül gibi kuzu kuzu boşaltılsa, bilumum depremler lüzumsuz kalsa… Bugüne bugün insanoğlu ne nehirleri yolundan saptırmış, magmaya boru sokmak çok mu hayal olurdu?

Gerçi depremler ve/veya doğal afetler ortadan kalksa kapitalist düzenin inşaat sektörü başta olmak üzere bilumum sektörleri sekteye uğrar yahu… Yine aklım bulandı…

Diyeceğim şu ki sanal ortamdaki tüm bu bloglar da, içi magma gibi kaynayan kişilere bir çeşit diren oldu. Boru yani. Başkalarınaysa girip bir nefes aldıkları atmosfer. Gerçi şu son günlerde internetin gazı kaçmak üzere diye duyum aldım ama hadi hayırlısı…

Beklerken yeni keşif bir atmosfer buldum:

Kadın Beden Sahne Dünya

Bir nefes de siz alın.