Etiketler
anılar, ağızdan çıkanı kulak nasıl duymaz, çağrışımlarla nereye varabiliriz, bir yere varmak gerekli midir, bu kadar etiket yeter, dün iyidir bugün daha iyidir gelecek diye bir şey yoktur, kendini tanı, yesterday, zaten hepimiz bir yerlerde değil miyiz, şimdi bana kaybolan yıllarımı verMeseler, şimdi bana seninle bir ömür vaadetMeseler
Son gönderinin tarihine bakınca bu başlığı uygun gördüm. Gerçi görüşmek ne mana? Ben buradan yazıyorum o esnanın biraz ilerisinde, o esnada kullanasım vardı, çünkü bu tabire bayılıyorum, bir anda farkettim ki teknik olarak pek uygun düşmedi, başka birileri başka bir yerlerde okuyor, çünkü elimdeki teleks değil.
Yazının alt başlığı çağrışım. Yazarken plansız biçimde ortaya çıkan teleks kelimesi biraz bu cinsten. Bir zamanlar Antalya’da beş yıldızlı bir otelin ön bürosunda çalışırken teleks başında oturan rezervasyon görevlilerine imrenirdim. Hatta o kadar imrendim ki allem ettim kallem ettim o işi öğrendim, rezervasyondakiler izinliyken ya da ben gece vardiyasındayken başına oturtuyorlardı, bu vardiyaya kalabilmenin koşulu tüm ön büro faaliyetlerine hakim olmaktı, rezervasyon, kasa ve gün kapanışı o zamanlar gün kapanışı kâğıt, mı desem çarşaf mı desem, ve kalemle yapılırdı, merakımdan hepsine bulaştığım için bir müddet sonra gece vardiyası üstüme kaldı, zaten o lanet otelden 1 sene sonra ayrıldım, şöyle oldu, direktör ön büro müdürü pozisyonu için beni odasına çağırdı, bütün özelliklerin uyuyor senden iyi aday yok ama biz, büyük ihtimal yönetim kurulundan bahsediyordu, M’yi (erkek) müdür yapmaya karar verdik çünkü onun çoluğu cocuğu var, ev geçindirmek zorunda, acındırarak kabullendirme stratejisi, üzerinde fazla durmayayım çok zaman geçti, acıma yerine bir takım yönetimlerden nefret etme duygularımı tohumlandırdı, lay lay lom keyifle çalıştığım yer kısa bir müddet sonra zul gelmeye başladı, her şey gözüme battı, başka bir yere geçtim. Parantezi kapatıyorum. Teleks bugünün WhatsApp mantığındaki bir şeydi, anında iletişim yapılırdı, şimdi bazen, bazılarımızın kuruluş amacını saptırmayın, oradan buradan junk haber atmayın, politikaya, dine, futbola girmeyelim bu grup birbirimizle iletişim kurmak içindir, vs… yazdığımız misali teleks, kullanma talimatlarında yazılı olmayan ama çoğunluğun saygı duyup uyduğu sadece otel rezervasyonuna özel bir haberleşme aracıydı, yine de insan her yerde, her zamanda insan olduğundan arada kaçar göçerler olurdu, eğlenceliydi.
Günün ikinci çağrışımı bir arkadaşımın haberleşme grubumuzdan an itibariyle kendi fotosunu paylaşmasıyla meydana geldi. C.İ. ile yeni tanışmışız, C.İ. evli olduğum adam, bir de çocuğum var, Kiki, annemin tabiriyle, Nam-ı diğer Annecik, artık eşek sıpası oldu hatta geçti, hazır aileyi anlatmışken Çekirdek’i de ekleyeyim kendisi kız kardeşim olur. İlk defalar çıkıyoruz falan, baş başa yemekteyiz, pat, yüzüme bakarak bigudin var mı diye sordu. Şaşkınlığımın tahmin edilebilir olduğunu düşünüyorum. Bir müddet sessiz kaldıktan sonra, yok niye sordun cevabını verebildim. Bir an, o da durakladı sonra bigudi takanlardan pek haz etmem gibisinden bir takım kelimeleri ardı ardına dizdi. Şunu diyeceğim kaderlerimizi nasıl da incir çekirdeğini doldurmaz malzemeler belirleyebiliyor. Evet bigudim var deseydim bu an burada, bu masa başında oturup bu satırları yazmayacaktım. Belki gene blog tutardım, belli mi olur, yalnız Qune değil de kim bilir kim olurdum. Kıssadan hisse, anı yazmak, hatırlamak çağrışım işi.
Üçüncü çağrışım, mutfakta iş yaparken bir anda kendimi Beatles’ın yesterday şarkısını mırıldanırken buldum. Azıcık altını kazınca on, onbeş dakika önce beni bir takım külfetlerden kurtarma potansiyeli olan birinin çarşamba ve cuma günü bana, evime geleceğini, hiç ummuyor, beklemiyordum, öğrendim. Dedim bak işte olay buymuş, sevincinden yesterday/dün diyorsun, all my trouble seemed so far away/tüm dertlerim pek çok ırak görüktü, bu kelimeyi bilerek yanlış yazdım, diyorsun işte sana çağrışımın dibi, o kadar dert edindiğin şey halloldu, hepsi yesterday/dün oldu. Bu şarkıyı ve anlamını bilenler tabii ki mantığını kuramadılar. Kendimi tanımasam ben de asla kuramazdım, ne alaka? Çünkü yesterday şarkısı bir düne özlemi belirtir, ah ne güzeldi o günler hiç derdim tasam yoktu şu an hepsi başımda, gitmek bilmiyorlar, bir dönebilsem düne, ah bir dönebilsem, dünlere inanıyorum, hepimiz dünüz, vs gibi sonuna kadar bu şekil kanırtır durur. Şimdi açıklamasını yapıcam: ben şarkıları dinleyerek asla anlamam, aynı şiirler gibi, türkçe olsun, fransızca olsun, Ingilizce olsun, bunlar bildiğim diller, kelimelerini, aşırı lehçeliler dışında, teker teker doğru biçimde dizebilirim, bütünsel anlamını, yazılısını görüp sadece bülbül gibi karaoke babında, zamanında biz bunu banyoda duş ucu mikrofonuyla yapardık, çığırmak yerine ne diyo bu yaw şeklinde hikaye okur gibi dikkatle okumazsam, çıkaramam. Yesterday şarkısı ciddi ciddi yeni yetmeliğimin şarkısıdır, en aklımda kalan satırı da daima ve tek başına, all my trouble seemed so far away, kısmı olmuştur, anladınız hemen, bu şarkı zihnimde, kendisi her ne kadar böyle olmasa da, geleceğe umut dolu bakan bir şarkıdır. Ağzından çıkanı kulağın duysun uyarısına bir güzellemedir.
Hazır anılardan açmışken, zihnime takılan şarkı sözleriyle çağrışımların ilişkisini rahmetli İskender Savaşır sayesinde çözdüm. Fırsatım olup da burada anlatmamış olabilirim, bir kaç sene önce Psikanaliz grubumuz vardı, bize öncelikle 8 hafta kadar psikanaliz nedir, ne değildir, nasıl ve nerede başlamıştır, nerelere kadar gelmiştir, ne işe yarar, kimler yapar, kimlere yapılır, vs gibi şimdi çok da hatırlayamadığım ama benim için hayli eğlenceli, hayli detaylı bir konuya giriş yapmıştı, sonrasında da hepimiz rüyalarımızı getirecektik, üzerinde konuşucak, analiz edecektik. Böylelikle öğrendiklerimizi uygulama fırsatı bulunacaktı. İlk yardım kursu gibi diye düşündüm. Yine ne alaka? Üniversitedeyken bir arkadaşım ilk yardım kursuna katılmış, kan almayı, acil müdahale yapmayı, iğne yapmayı öğrenmişti. Her hafta bana neler yaptığını, nasıl güzel şeyler öğrendiğini, grupta nasıl eğlendiklerini ballandıra ballandıra anlattı. Öyle heveslendim ki ben de bu deneyimi yaşamalıyım diye düşündüm. Tam yazılacağım, bir heves birlikte kızılaya gidiyoruz, o yolda yine anlatıyor, ağzından bal damlıyor vs, bir an bir şeylerden şüphelendim, sordum, cevabımı aldım; teori öğrenildikten sonra uygulama sırasında kullanılacak denekler katılımcıların kendileriydi. Yani arkadaşım damardan kan almıştı ama kendi de alan kişiye kan vermişti. İğne yapmıştı ama iğne de yemişti. Bu cevabın üzerine tahmin edersiniz ki zihnim, hevesim, ayaklarım, bütün bedenim ani ve acı bir frenle duruverdi. İçimden bir yerlerden bir ses, Qune kendine gel, koşarak kaç komutu verdi. Ben de kaçtım. O gün bugündür bu deneyim eksikliğini içimde bir yara gibi taşıdım. Pek melodramatik oldu ama parmaklarımdan bunlar döküldü, yapacak bir şey yok. Bir arkadaşım İskender Savaşır’ın böyle bir grup kuracağını paylaşınca işte kaçmış fırsat önüme geldi dedim. Başlarda bunun kızılay deneyiminin bir paraleli olacağını tam olarak algılayamamış olabilirim. Fakat iş derinleşince evet rüyalar da batıyor, can yakıyor hatta kanının ufak bir kısmını o anda o salonda patdadanak bırakıverebiliyorsun, ama işin güzeli doğru bir analize ulaşınca çok iyi geliyor, özellikle de işin ustasının önündeyseniz. Bu geçen bir buçuk yılda kendim hakkında öğrendiklerimi o yaşta hala algılayamamıştım. Uzatmayayım, bir akşam seansında elinde rüyası olan sundu, gerekli yorumlar yapıldı, konuşuldu, sıra bana geldi, valla dedim rüya falan yok, sık sık sinema filmi gibi senaryo niteliğinde şeyler anlatırken, bu sefer beni es geçin tüm gece boyunca bir şarkının tek bir dizesini tekrarladım durdum, uyudum mu, uyumadım mı bunun bile farkında değilim. Savaşır, o tek dize bile bazen çok şey anlatır sen söyle neymiş o dedi. İngilizce bir şarkıdandı, söyledim. Bu bir veda şarkısı dedi. Afallayarak baktığımı hatırlıyorum. Bir anda kafama dank etti. Sonra üzerinde birlikte çalıştık. Zamanında kime veda edilmişti ve bu dize neden o akşam rüyama düşmüştü. Şimdi neyin ne olduğunu detaylı anlatmak hem çok fazla samimiyet olur hem de bu gönderi blog yazılığından biyografiye evrilebilir. Eh bu yaşa gelince biyografiler biraz uzun olur, kimsenin de ilgisini çekmez.
Madem alt konu başlığı çağrışım dedim, fotolarımı açıp eskilerden ilk gözüme çarpanı alıp görsel yaptım. 28 aralık 2107’de Mısır, Nil vadisi gezisinde Philae Tapınağında çekilmiş. Rehber şöyle sormuştu; sevgili ailem, birlikte olduğu her gruba aile diyordu, sonuçta gezi uzun sürdüğünden, bir geminin içine tıkılı kaldığımızdan olsa gerek, sütun başlıklarında yer alan yüzlere dikkatle bakın gözünüze çarpan bir şey var mı?